1.05.2025
O
devrin Anadolu’sunda eşraf, yani mahalli ileri gelenler, halkın sözcüleri
durumundaydılar. Gerçi bu sözcülük, hemen her yerde bir tahakküm vasıtası
oluyordu. Ama Osmanlı Anadolu’sunda Aydınlar henüz ön planda görünecek kadar
güçlü değillerdir. Eşrafın önünde daima mahallin uleması, yani başta müftü
olmak üzere sarıklı hocalar, şeyhler görünürdü. Bunlar da eşrafın sözcüleri
durumundaydı. Diğer Aydınlar ister istemez eşraflarla iyi geçinmek
durumundaydılar. Zaten bu aydınlar, nihayet şehir ve kasaba okuryazarlarından
ibarettir. Mustafa Kemal de, gerek ilk defa
Havza ve Amasya’da, gerekse daha
sonra ve bütün milli hareket boyunca diğer şehir ve bölgelerde halkın öncüleri
olarak elbette ki eşrafla karşılaştı. Mahalli aydınlar bu eşraf ulema
tabakasının içinde, nadir olarak önünde, halk hareketinin aktif unsurları
oldular. (Ş.
Süreyya Aydemir- Tek Adam s:314)
Yukarıda
ki alıntıdan da anlaşılacağı üzere; bugün de hala Aydınlar-Halk kopukluğunun kısmen
devam ediyor oluşu nedeniyle, Cumhuriyet kazanımlarının yeteri kadar iyi değerlendirilememesi,
yaşadığımız bu menhus durumunun asla bir kader olmadığını, daha anlaşılır
ortaya koyuyor. Ve aynı nedenle de bir türlü küllenemeyen Öğretmen ateşine,
yine ve hala kömür atılıyor. Nitekim atanmış öğretmenlerin bile yerlerinin değiştirilmesi,
Lise talebelerinin dahi son maarif manipülasyonlarıyla tahrik edilmesi, acaba
hangi çağ dışı Bedevi aklın ürünüdür.
Çünkü
bu, densiz, dengesiz, liyakatsiz ve icralık aklın tek amacı; BOP misyonu gereği
yapılacak işlerin top listesinde olan, anti laik tarikatlar harmaniyesinin,
Türkiye’mizin sırtına geçirilmek üzere, laik, demokrat Cumhuriyet
eğiticilerinin tasfiye edilerek, yerlerine imam hatip kökenlilerin tayin
edilmesi iştiyakından başka ne olabilir.
Son
günlerde bütün uyumsuzlukların üst üste gelmesinin hiçbir matematiksel izahı
yoktur. Hele bunları tesadüf olarak yorumlayanların, ilk mektep çocuklarını
dahi ikna edebileceğini kimse düşünmesin bile. Çünkü peş peşe sahneye konan bu
trajikomedi bölümlerinin, iflas etmek üzere olan AKP İktidarının korkuyla
artmış olan tansiyonuyla, senaryosuz ve acemice oynandığını düşünüyorum. Esasen
beklenen sonuç da bunu yakında ortaya koyacaktır.
CHP
mitinglerine alıcı gözle bakarsanız, genç, yaşlı, kadın erkek, hep aydınlık
suratlı, ne istediğini, neyi, kimi seçeceğini yediği ekmek, içtiği çorba gibi
bilen, kararlı demokrat insan topluluklarını görürsünüz ve onlara bütün
yüreğinizle vatandaşlarım diyebilirsiniz. Diğerlerini veya hala kararsız
olanları, şayet Erdoğan’a verirseniz, onları turp torbasına değil; ama çöp
torbasına dolduracağı kesindir. Çünkü o menfaat döküntülerinin yakında kendi
başını da yiyeceğini, bilin ki Erdoğan da bilmektedir.
Ve
aynı bağlamda Trump yönlendirmeleriyle, USA tutarsızlığı fotokopisinin birebir
Türkiye’de de uygulanmasını hedefleyerek, Ali baba ve haramileri Hükümetlerinin,
tamamen USA emperyalizminin kontrolünde olması yaftasını, BOP projesine yeni başlık
yaparak, USA saltanatını da anlaşılan yıkmaya karar vermiştir. İşte bu
düşünceyi de yadsımayan Doğu bloğunun şimdilik, Trump komedisine cevap vermiyor
görüntüsünün ana nedeni de belki budur. Çünkü Trump, cemiyeti akvamı da askıya
alarak, Wilson’a bile rahmet okutmaya başlamıştır giderek. Oysa Prof. Sachs
namlı bir Musevi vatandaşı, USA meclisinde etnikdaşı Marks’a da bir empati oluşturarak,
o mecliste bugüne kadar emperyalizme karşı söylenmemiş sözler söyledi. Ki bu
çok isabetli ve yerinde, özlenen bir davranıştı. Her şerden bir hayır doğduğu
bilindiği için de Dünyamıza hayırlı olsun diyelim bari.
Uzatmalı
bir yılan hikayesi olan ve İstanbul’u neredeyse Kıbrıs’tan daha bağımsız
uluslararası bir otonom Eyalete dönüştürecek kanal projesi, döndü dolaştı, şimdi
de Trump paradoksuyla yine gündeme oturdu. Trump sapkını, Erdoğan’ı bir
peşrevle bastırdı ve uyumakta olan kanal yılanı tekrar kuyruğunu kaldırdı. Ne
ki işler bu kadar basit bir oldubitti değildir neticede. Lakin o uzatmalı
yılan, zehrini bakalım kimin damarına boşaltacak sonunda.
Bütün
Karadeniz’i kısır akıllarınca, USA gölüne döndürecek Montrö ihlali, bakalım
hangi canları yiyecek. Çünkü Karadeniz senin bahçe havuzun, İstanbul da Conilerin
Miami’si değildir ve bizim buralarda, ki Avrasya giriş kapısında, attığın her
yanlış adım veya pas, sana karşı voleli bir tekmeyle geri dönecektir bilesin. Ve
aynı mealde hiç unutmayasın, ki bu gidişle yakında yeni bir kavimler göçü
başlatacağına ve Okyanusta artık bir arı kovanında yaşayacağına da empati oluştursan,
hani aklını da arada bir kullanmış olursun.
Yalnız
bu defa komşuların, bal arıları değil, yaban arıları olacaktır. Ve onlar
soktukça daha da fazla sokarlar, yani ilk sokuşlarında iç organlarını düşmanlarının
üstünde bırakarak ölen bal arıları değillerdir anlayacağın. Şayet buna rağmen nükleer
bir harp düşüncen yine varsa, bil ki ilk önce de kendini telef edersin. Yani
bırak Erdoğan veya şunu, bunu ve bir an önce kendi umut vermeyen geleceğine
odaklan. Demek ki adamlar her noktadan, varları ve yoklarıyla bize saldırıyorlar,
o halde bize de düşen, Atatürk düşünceli sathı müdafaa direnişiyle nihai zafere
uzanmak olacaktır.
Şimşek
USA gezisinde, Türk sanayii için kalıcı yatırımcılar arıyorken, İstanbul Kanalı
bileşkesiyle, İmamoğlu da emperyalist talimatıyla gözaltına alınıp, TSK ve Askeri
okulların da emperyalist kontrolüne NATO yönetimiyle alınma hazırlıklarına
başlanıyor ve yarı sömürge olan ülkemizden, bir tam sömürge yaratacak bu duruma,
Batılı emperyalist de iştahla bakarken, Şimşek’in hele de Kanal çevresinde,
bırakın diğerlerini; ama toprak sahibi olarak konuşlanacak, hem de vatandaş
olacak Arap yatırımcı bulamamasının(!) herhangi bir izahı olabilir mi veya buna
inanabilir misiniz?
İstanbul
Kanalının vereceği zararların en başında, kanaldan komşu evlere bile
dağıtılabilecek zararlı madde paketlerinin, çok daha kolay ve ehven bir şekilde
tüketiciye (bilhassa da çocuklarımıza) ulaşabilmesi gelir. Ayrıca çok daha
zahmetsizce ve sınırlarda fişlenmeden, ülkeye kaçak militanların nokta atışıyla
sokulabilmesi veya aranılanların kaçırılması nerdeyse bir çocuk oyunu gibi
sadeleşir.
Aslında
bugünleri bile görebilen Atatürk’ün dahiyane görüşüyle, Montrö antlaşmasıyla
adeta bir sınır kapısı yapılan İstanbul Boğazına, şimdi yapılması düşünülen
paralel yapay kanalla, statüsü değişecek olan İstanbul, salt kendi güvenliğini
kaybetmez, bütün ülkenin yanında, Rusya en başta olmak üzere diğer Batı Asya
ülkelerinin güvenliğini de sorgulanır hale biranda getiriverir. Böyle
durumların kontrolü ise çok daha masraflı hatta imkânsız hale gelir.
Görülüyor
ki böyle bir yatırımla ki onu da halkının sırtına yükleyen emperyalist, sömürge
ülkesini tam kontrolü altına alabilecektir. Anlayın artık bizimle oynanan oyunu
ve bizim bu oyunda aktör yamağı bile olamayacağımızı. Ve sözün özü, böyle bir enayiliğe,
USA bilim kurgu dizilerinde bile rastlayamazsınız. Tabi, bir de Doğu Bloğu, bu
yılan hikayesini nasıl dinler ve yorumlar???
Biz
ise kendi güncelimize dönersek; Cumhurun stepne ortağı, yeni Türkiye’nin umudu
olan CHP ile uğraşmayı bırakıp, önce de kendi kafasına koymalı ki, şayet
kendisi Hükümet değişiminden sonra hala pili dayanabilir ve siyasi bir gelecek
umudu da varsa, İmralı çözümünü istendiği gibi bitirmek için tek adam rejimini
sonlandırmak zorundadır. Bunun içinde ilk şart, hiç şüphesiz erken seçimdir.
Bana sorarsanız, AKP İktidarına %72 oy veren Yozgatlı bile, Hükümeti
değiştirmekten bahsediyorsa, artık bu işi tartışmak, abesle iştigal demek olur
diyorum.
Çünkü
AKP masalını dinleyecek bir Anadolu da yoktur artık. İşte tam da bu nedenle
gerçekleşmeyecek birinci Kanal vizyonunun yanında muhtemel bir B vizyonu daha
vardır. Araplara ve diğer bazı yabancılara kanal reklamlarıyla satılan
topraklara, birbirlerine bağlı küçük kanallarla küçük tekneler ve yatlarla
geziler yapılabilen bir alanda inşaat ortamları yapılarak, kanal masalıyla
alınan paraların üstüne yatılarak, bunun ceremesi yeni Hükümete terk
edilebilir.
Ve
o zaman da Atatürk Cumhuriyeti’nden kurtulmak isteyenlerin oluşturduğu yeni BOP
Sevrcilerini, ki vurucu güçlerinin başında bu defa Yunanistan yerine, İsrail (İbrahim’iler)
demeyelim; ama emperyalist güçlerin desteklediği Netanyahu ve onun haramiler
çetesi olacaktır. Peki bütün bu vurdu, kırdı neden mi yapılıyor? Çünkü Ortadoğu
Dünyanın, Türkiye’miz de Ortadoğu’nun merkezi olduğu için. Şimdi tam da bu
yazıları yazdığım, 23 Nisan kutlamaları esnasında ve İstanbul civarında, yine
birilerinin önceden tespit edilmiş; ama vereceği zarar şimdilik kontrol edilemeyen,
bir faylar bölgesine soktuğu bir kirli parmakla yaratılan depremin oluş, biçim
ve zamanlamasına bakılınca, bunların Hatay kırılma bölgesinde olduğu gibi, asla
tesadüf eseri olmadığına inanıyorum.
Çünkü
nereyi kazarsanız, esasen orada kendi elinizle, küçükte olsa, bir fay
oluşturursunuz. Bunun ne zaman çökeceğini de bilemezsiniz. Ne ki çok yakın bir
zamanda çökeceği kesindir. Hele de parmağınızı bir fay kavşağına sokarsanız
acaba ne olur? İşte tam da Dünya da sadece bizde kutlanan bir Bayram günü, bir
deprem gündemiyle neden karşılaşmak zorunda kaldığımızı, sizi bilmem; ama ben,
sorguluyorum. Ve çok daha derin düşünelim diyorum. Zira milli Müktesebatımız,
Sevr döneminden çok daha fazla, hem de bugün Atatürk’ün nasihatlarına rağmen
bilim dışı kaldığımız için, kontrol edemediğimiz teknik bir tehlike altındadır.
Öyle ya teknolojiyi ihmal edip, safsatayla uğraşarak, bugün bu hallere düşmedik
mi? Hadi buna da tesadüf ya da kader(!) diyelim o zaman.
Ülkemizde
bir türlü önü alınamayan ve nasıl hesaplanacağı bilinmeyen yapay enflasyonun
nedeni de işte aynı hesapsızlıktır. Öyleyse birlik ve de akıllı olalım. Biz
bunları söylerken Ankara da yasaklara rağmen, Özgür Özel’in başlattığı
yürüyüşte on binler, barikatları devirerek Anıtkabir’e doğru aktılar. Ve bu
ulusal milli yürüyüş; Erdoğan’ın tertiplettiği travmatik polis haftası
gösterisine verilen en anlamlı cevap oldu. Buna rağmen bir Neron, bizim tarihe
de girmeden, yolu acilen ve daha fazla da gecikmeden tıkanmalıdır artık.
Sonuç
olarak, Cumhuriyet yaftası altında sürdürülen otokrat ve hukuksuz bir tek adam
rejiminin gittikçe ağırlaşan ve asla ödenemeyecek olan faturasını daha fazla
kabartmamak için aklın yoluna hep birlikte empati oluşturalım. Ve şayet erken
seçime gidilmezse, bilinsin ki çok daha ağırlaşacak olan fatura, bütün AKP, MHP
Hükümet zevatına kesilecektir. Çünkü direniş yürüyüşü, salt metropolleri değil,
artık bütün Anadolu’yu sarmıştır. Zira ‘Devletin turpunan değil, Adaletle
yönetilir’ olduğunu, 23 yıllık tecrübeyle de bizatihen öğrenmiştir artık
Anadolu uşağı.
Son
söz: Kim olursanız, hangi Partiye bağlı olursanız olun fakat asla unutmayın ki;
Cumhuriyet Halk Partisi, bir kişiler Partisi değil; ama evrensel Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşlarının bütün müktesep haklarını, nesiller boyu koruyacak, savunacak
ve Atatürk tarafından salt bu göreve adanmış bir milli Kurumdur.
EMEĞİN 1 MAYIS ETERNAL’İ BÜTÜN EMEKÇİLERE
KUTLU OLSUN…
Serendip
Altındal
Özün
Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com