Türkler
ve Kürtler arasında bir halef, selef meselesi yoktur. Çünkü ikisinin de menşei
Oğuzlardır. Dolayısıyla da hepsi Atatürk’ün askerleridir. Mesela Atatürk bile
aynı yoldan yürüyerek, her şeye muktedir bir tek adam olabilecekken, kurduğu
Halefi Devletin, ödemek zorunda olmadığı Selefi Osmanlı borçlarını ödeyen halkçı,
laik ve demokrat Cumhuriyetçi bir Lider olarak emsalsiz olduğunu, esasen yedi
düvele kanıtlamıştı. Kendisinin kurduğu ve bugün 100 yaşında olan
Cumhuriyetimizde Türk ve Kürt olan Oğuz Türkleri elbette kardeş olarak bağımsız
kalma haklarını birlikte paylaşarak kullanacaklardır. Cumhuriyet’imizi birlikte
kuran diğer etnik sakinleri de bu haktan yoksun kalmayacaklardır.
Milletin
yıllardır söylediğini TÜSİAD bir kere söyledi. O da sorun oldu ve hemen
soruşturmalar başladı. Öyle ya milyonları sorgulamaktansa TÜSİAD da bir iki
kişiyi sorgulamak, şüphesiz daha kolay ve rizikosuzdur. Ne var ki tutuklamaları
abartılı fotoğraflarla halkın gözüne sokmaları ise salt göz boyama ritüellerindendir,
fazlası değil.
Yalnız
sermaye sınıfı, AKP’yi destekleme pişmanlığıyla acaba yüzleşmiş midir? Bu da
sorulmaya değer. Yeni Türkiye lafını eksik ve kendi ilkel kafalarına göre
temcit pilavı gibi tekrarlayanları aslında tenzih etmek gerekir. Evet yeni
Türkiye vardır; ama bu Türkiye AKP İktidarından sonra, çağdaş sosyal demokratik
güvenlikleri revize edilerek yenilenecek ve bundan sonra da yoluna devam edecek
olan laik, bağımsız ve Sosyal Demokrat Türkiye Cumhuriyetidir.
Tarım
ihracatı olmadan ve mili sermaye birikmeden sanayi endüstrisi asla kurulamaz.
Ve yeni Türkiye Cumhuriyeti elbette ilk önce kuruluş dönemindeki milli sanayii
ve tarım ihracatını yeniden revize edecektir. Böyle olması gerektiği içinde,
İstiklal savaşında Rusya’dan alınan bütün silah ve sanayi borçları Atatürk
iradesiyle tarım ürünleriyle ödenmişti.
Savaş
sonrası Cumhuriyet kurulurken de milli sanayi oluşturularak, ağır bir kurtuluş
savaşı ve İzmir İktisat Kongresi ertesinde, ilk 10 Yıl içinde bile Türkiye
Cumhuriyeti altın yıllarını yaşayarak, Dünyanın en hızlı kalkınan ülkesi haline
gelmişti. Hatta o yıllarda milli sermayedarın yabancı ortaklığı bile
yasaklanmıştı. Bir Doların 80 Türk Kuruşuna ancak alınabildiği günlerden sonra
bugünkü halimize bakınca da trajik duruma gülüp veya ağlamayı artık
yorumlarınıza bırakıyorum.
Haberlerde
insanların mutluluk oranı düştü deniyor ki, işte buna yorumsuz gülünür. Aslında
23 yıl sonunda sıfır çeken mutluluk oranı, yoksa artık eksiye mi düştü acaba?
Türkiye Cumhuriyeti tüzel Devlet olduğundan, ben devletim diyen tek adamın
icraatlarının hukuksal hiçbir değeri yoktur. Oligarşik hazine satışlarının bile aslında
tüzel Devlet kişiliğini (yani Türkiye Cumhuriyeti Devletini) yadsıdığından,
hukuksal değerleri yoktur. Yani AKP Hükümetinin tüzel kişilik hakkının olmaması
nedeniyle de şüphesiz. Çünkü Adalet ve anayasa manipüle edilerek tarafgir
yapılıp, teokratik bir Parti Hükümeti kurulmuştur.
Dolayısıyla da tüzel bir Cumhuriyet Devleti
bünyesindeki oligarşik ve yapay durumundan dolayı yasal olmayan AKP Hükümetine,
hazine satışlarından doğan kişisel suçlar nedeniyle açılacak olan, çoğu dış
kökenli davaları da gündem yapmak gerekecektir. Çünkü tüzel kişilik, hukuksal
Devlet vatandaşlığıdır, ki Adaleti askıya alınmış bir tek adam Devleti, tüzel
Devlet asla değildir.
Yalnız
yeni derken bir yerde haklıdırlar, zira geziyle, tencere ve tava çalmakla
Hükümet değiştirmek artık bitmiştir, şimdi kararlı, güçlü ve yasal bir milli
protesto çoğunluğuyla Hükümeti değiştirme dönemi başlamıştır artık. Buna rağmen
bozuk düzeni devam ettirebilmek için adamlar, 80 yaşın üstündeki Necla
Teyzeleri bile yakarak, bütün hayvan severleri galeyana getirip gündem
yaratıyorlarsa durum çok daha ciddidir.
Öyleyse
burada bir soru gerekiyor. Bütün rakiplerini taraflı bir hukuk sistemiyle yok
eden bir aday, acaba tek başına seçim kazanabilir mi? Kazanamaz, çünkü
kendisini asla seçmeyecek, insan vasıflı özgün vatandaşları olan seçmenler, hep
çoğunlukta kalacaktır. İmamoğlu’nun CHP bünyesinde tek aday olarak seçilmesi
elbette beklenendi. Yalnız unutulmaması gereken; Cumhurbaşkanının bir Belediye
Başkanı gibi vatandaşla bire bir yüzleşerek sorunları çözemeyeceğidir.
Bu
nedenle de İmamoğlu gibi çalışkan ve başarılarıyla sevilen bir Başkanın, şayet
Cumhurbaşkanı olması gerekiyorsa bile, sonuna kadar Belediyesi’nin başında
kalması herhalde daha akılcı olacaktır. Ayrıca tesadüfen bile olsa, elan yaşadığımız
gibi bir rejimin oluşamaması bağlamında, Anayasamıza yeni kelepçe yasaların
ilave edilmesi de zorunlu hale gelmiştir.
İmamoğlu’na
açılan diploma davası, artık içi boşalmış, iflas etmiş bir Hükümet
çaresizliğinin ibretlik zaaf gösterisi olmuştur. Öyle ki; çevresini gül bahçesi
sanıyorken, gür deve dikenlerinden delik deşik olmuş tavşanların acılı
iniltilerini dinleyenlerin acınası haletinin sessizliğidir bu. Aynı bağlamda hala
kış uykusunda olan tarafsızlarsa, salt ülke nimetlerini sömüren, aslında asalak
ve menfaatperest marjinallerdir. Biraz da ruhani düşünelim; anlaşılıyor ki,
yokluklarından dolayı yılın 12 ayında oruç tutmak zorunda kalan emeklilere
Tanrı herhalde, kendilerine yaşadıkları emsalsiz yokluğu yaşatanların saatleri
çaldığında, 7X24 saat yanacakları cehenneme, kömür taşıma ihalesini hediye
edecektir.
İktidarın
birbirini gırtlaklayan aymazlıklarını tekrarlamayalım, çünkü her gün yeni bir
veya daha fazla aymazlıkla karşılaştığınız için artık bizar olmuş durumdasınız.
Sizi daha fazla bizar etmenin hiçbir alemi yok. Ne ki sizi neşelendirebilmek
için eski defterleri, görselleri karıştırmak gerekiyor. Bunlarında çoğu
yasaklandığı için, özel oturumlar yapılması artık zorunlu hale geliyor. Ve bu
arada bir duble rakı bile erişilmez fiyatlarıyla bize haram edildiği için, en
azından içkisiz sohbetler bize ram oluyor diyelim.
O
halde bir daha tarafsızları anımsayalım. Çünkü onlar, acılarının üstünde salt
ve duyarsız gölgeleri dolaşanları göremeyen, kendilerini ifade edebilmek için
bile, bir taraf tutmak zorunda olduklarını hala anlayamayan ve dağ başında
kılavuzsuz kalmışken, eteğindeki sığınabilecekleri görünen tek köye bile
ulaşamayan tükenmişlerdir. Hayat aslında katastrofik bir yalnızlıktır. Ve bunu
her gün aynada, gözlerimizin içine baktığımızda daha iyi anlarız. Yalnız tek
mutluluğumuz beraberliğimizdir. Bilmiyorum, acaba bunu kaçımız anlamışızdır.
Acaba
dışımızdakiler, hepimiz Fransız, İngiliz, Alman, Amerikalıyız vs.
diyebiliyorlar mı? Ama biz, Doğudan Batıya ‘hepimiz Türk’üz’ diyebiliyoruz.
Aman bunun kıymetini bilelim, yoksa tüm Dünya insanlarının yüzüne bakacak
yüzümüz kalmaz. Zira Anadolu Türkiye’si, tüm Dünya’nın iletişim kapısı ve evrensel
Türklüğün merkezidir. Ve geçmiş tarihinde yaşamadığı bugünkü durumu Türkiye
Cumhuriyeti’nin ay ve yıldızına asla yakışmıyor.
Gazi, Dumlupınar’daki nutkunda, önce 30 Ağustos 1922 muharebesinin
safahatını anlatır. Netice kısmı, harp edebiyatının şaheserlerinden biridir:
“Güneş
mağribe yaklaştıkça, ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak
üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu. Bir an sonra cihanda büyük bir
inhidam (çöküntü) olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için
bu inhidam lâzımdı. Karanlıklar içinde bu inhidam vuku bulmalıydı. Hakikaten,
semanın karardığı bir dakikada, Türk süngüleri, düşman dolu şu sırtlara hücum
ettiler. Karşımda artık bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kâmilen mahvolmuş,
perişan bir bâkîyetüssüyuf (kılıç artığı) kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin
dediği gibi, pürhayfü hirâs (korku ve dehşet içinde) şekilsiz bir kitle, acayip
bir halita (karışık bir yığın) halinde firar için ferce (çıkış yeri) arıyordu.
Artık gecenin koyulaşan karanlığı, neticeyi gözle görmek için, güneşin tekrar şarktan
doğmasına intizarı (beklemeyi) zaruri kılıyordu...- (Ş. Süreyya Aydemir -TEK
ADAM)”
Evet
Atatürk bir tek adamdı, ne var ki adı Mustafa Kemaldi ve bize, bağımsız, laik,
tüzel Türkiye Cumhuriyeti Devletini miras bırakmıştı. Ve zannedersem işte tam
da burası, artık bütün sözlerin bittiği yerdir…
Serendip
Altındal
Özün
Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com