Blog Arşivi

15 Ocak 2025 Çarşamba

ORHUNDAN BUGÜNE..

 

     

                                                                                             15.1.2025

 

Atilla’nın sarayında, yabancı kökenden görevlilerin bulunduğu, bunların yüksek mevkiler işgal ettiği ve Türk, Got, Lâtin dillerinin aynı ölçülerde konuşulduğu doğrudur. Ancak, halkı Germen ve Lâtin olan Avrupa kıtasında tabiî sayılması gereken bu durumun, derin kültür tesirinden ziyade, Hun-Türk imparatorluğunun niteliğinden doğduğunu kabul etmek daha isabetli olur. Nitekim Hun topluluğu ne dil ne de hayat tarzı yönlerinden değişikliğe uğramamış, siyasi iktidar sona erince de oraları bırakıp Türk çevresine dönmek tercih edilmiştir. Buna karşılık, Hun hâkimiyeti çağının Avrupa'da şu derin etkileri olmuştur:


a. "Kavimler göçü" yolu ile etnik (Avrupa ahalisinin birbiri ile karışması, aş. yk. bugünkü durumun temeli);
b. Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ile edebî (Nibelungen Destanı, efsaneler vb.);
c. Bozkır sanatı yolu ile estetik ;
ç. Batı Roma imparatorluğunun yıkılması (476. İtalya'nın ilk yabancı kralı Odovakar, Attila’nın sadık adamlarından Edekon'un oğlu idi) ve büyük istilâ hareketlerinin başlaması üzerine çok mühim bir tarihî gelişme olarak, Roma-Germen gruplaşma eğiliminin uyanması yolu ile siyasi;
d. Hatta köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik "şövalyelik" (dar manada, atlı savaşçılık) hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı millî duyguların yaratıcısı olarak sosyal ;
e. Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri (bk. aş. Kültür: Ordu) dolayısıyla askerî bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı'da hemen bütün Orta-çağlar boyunca devam etmiştir.

Bilge Kağan, Türk devlet ve istiklâlinin devamlılığına inancını şu sözlerle ifade etmiştir: "Ey Türk milleti, üstte gök yıkılmaz, altta yer delinmezse ilini, töreni kim bozabilir? (Aks: 136)

Devlet, hukuki bakımdan, emretme hak ve yetkisine sahip ve o emri icra kudreti de olan bir yüksek sosyal nizamdır. Ancak emretme hakkının itaat edenler tarafından "meşru" (=hak yolu, doğru) kabul edilmesi lâzımdır, aksi hâlde devlet yok, zorbalık vardır. (Aks. 144)

"Halk tok olmalı, memur ve isçilere aç mısın, tok musun diye sormalı... Elini açık tut...         

Bir hükümdar kuldan fakir adını kaldıramazsa, nasıl hükümdar olur?

            Kutadgu-Bilig'de halkın hükümdardan istedikleri:

            a-      İktisadî istikrar

b-      Âdil kanun


c-       Asayiş

Olarak sıralandıktan sonra şöyle denir:

"Ey hükümdar, sen önce bunları yerine getir, sonra kendi hakkını isteyebilirsin".

"Bey, iyi kanun yap... Kanuna kendin riayet et ki, halk da sana itaat etsin”.

"Bey, kudretli ol, halkı kudretli kıl, bunun için onun karnını doyurmak lâzımdır".

Millet yolunda "gece uyumadan, gündüz oturmadan" çalışması gereken Türk Hükümdarı sıralanan vazifelerini yapamazsa, "Kut" unun Tanrı tarafından geri alındığı düşüncesi ile iktidardan düşerdi. Gök-Türk tarihinde genç hükümdar İnel Kağan’a karşı yapılan 716 yılı ihtilâli bu gerekçeye dayanıyordu.

 

Diğer taraftan hakanlık tahtına çıkışta da daima töre hükümleri göz önünde tutulmakta idi. 581'de ölen Gök-Türk hakanı Ta-po yerine, onun vasiyet ettiği Talo-PO’nun vasiyet ettiği Talo-pfen'in hakanlığını, töreye uymadığı için devlet meclisi reddetmişti. Hun devletlerinde de "iktidarın durumu böyle idi: Hükümdar, icraatından önce istişare etmek", "meclisten tasvip ve karar almak" zorunda idi. Oğuzlarda da başbuğlar törenin gerektirdiği vazifeleri yapmakla yükümlü idiler.

 

Demek ki, Türk hükümranlık telâkkisi, bütün karizmatik temeli yanında "kanunî meşruiyeti temsil ediyordu. Yâni Türk hükümdarı, başka bazı devletlerdeki "kanun yapan fakat kendini kanuna bağlı saymayan" cinsten bir monark değildi.

 

Görülüyor ki, Türkler siyasi iktidarın kaynağını Tanrı'ya bağlama suretiyle hakanı Tanrı huzurunda sorumlu tutmakla, bugün "millî irade" diye ifade edilen "yüksek otorite" (souverainte, sovereignty) meselesini, üstün siyasi kültürleri sayesinde, daha o çağlarda halletmiş ve insanları hükümdarın şahsî insaf duygusuna sığınmaktan kurtarmışlardı.

 

Bu tarzda bir hükümranlık düşüncesi, yukarıda da söylediğimiz gibi, benzeri eski Roma'da görülen ve hükümdarın icraatının millet tarafından kontrolüne imkân veren "inperium" şeklinde tecelli etmekte idi. Türk devletlerinde bu kontrol meclisler aracılığı ile yapılıyordu. (Aks. 149-150)

 

Hükümranlık bahsinde sonuç şudur ki, başka devletlerden çoğunda halk kütlelerini sadece hükümdar ve ailesi, idareci zümre ve imtiyazlı sınıflar menfaatine çalışmakla yükümlü sayan hâkimiyet uygulamasına karşılık, Türk siyasi düşüncesi "Devlet halk içindir" prensibine dayanmaktadır ve bu anlayış kısaca şöyle ifade edilmiştir: "Hizmet etmekle kul, bey olur”. (Aks. 154)

 

Eski Türklerin fiilen yaşanan faal hayata karşı duyduğu tutkunluk ile gerçekçiliğin tabiî bir sonucu olan, yalnız görülene inanmak eğilimi, Türk düşüncesini "mantık ve bilgi teorilerinden" ziyade ahlâk (davranış) ve devlet felsefesine sevk etmiştir. Türk devlet felsefesi de devletin, nazariyelerle değil, topluluk eğilimlerine uymakla idare edilebileceği gerçeğine dayanır.

Türk düşüncesi daha çok "millet sevgisi, Tanrı korkusu, doğruluk" ilkeleri ile belirlenen devlet adamı, teşkilatçı ve idareci yetiştirmiştir. Demek ki, Türk düşüncesi temelde beşerî ve pratiktir. Çin'de ise önce bu Türk düşüncesi hâkim olmuş, sonraları Budizm'in tesiri ile Hint düşünce tarzı ağırlık kazanmıştır.

Türk devlet adamlarının, bütün Türk topluluklarında ortak düşünceyi temsil etmek üzere, hassasiyet gösterdikleri bazı noktalar olmuştur ki, bunlardan biri, uğruna ülkeyi bile terk etmeyi göze aldıkları siyasi istiklâldir; diğeri de dağınık Türkleri toplamak suretiyle soy birliğini kurmak olarak görünmektedir.

 Türk devletlerinde, idarede yabancı müdahalesine yol açmamak, yabancı kültür tesirlerini asgari derecede tutmağa çalışmak, dış kültür unsurlarını ancak Türk devleti menfaatine uygun düştüğü nispette değerlendirmek, gerçekçi Türk siyasi davranışının (Türk millî siyasetinin) izleri durumundadır. (Aks 197)

 

(Kaynak: TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜ- Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu)- Aks: aynı kitap, sayfa no.

 

  

Yukarıda okuduğunuz alıntılardan, taraflı tarihçilerin bozkır çobanları, barbarlar olarak vasıflandırdıkları Türk boylarının, aslında töreleri olan milli kültürle, asıl barbarlar olan Kuzey Avrupalı kavimleri (Vandallar, Gotlar ve diğer serkeşleri vs.) temizleyerek, diğer kavimleri, inanç ve kültürlerine hiç karışmadan kendi İmparatorlukları altında, Devlet ve Ordu nasıl kurulur, nasıl yönetilir eğitimiyle, barış içinde ve insan gibi yaşatmasını bilmiş olduklarını da anlıyoruz.

 

Almanların Nibelungen efsanelerinde bile muhteşem Atilla’nın ana figür olduğunu okuyunca, Hun Türklerinin Asya’dan sonra Avrupa ve Afrika’da bile nasıl bir iz bıraktıkları daha iyi anlaşılır. Başkalarının hakimiyeti altında yaşayamayan, Törelerinden asla vazgeçmeyen ve bunu da defalarca kurdukları Devletlerle belgeleyerek, tabiiyeti altında oldukları Kavimleri bile kendi kontrolleri altına almış ve onlara teşkilatlanmayı da öğretmiş olan Türk boyları, tarihin sayfalarını farklı kavimlerin kendi tabaları olarak özgürce yaşadıkları birbirinden ihtişamlı Devletleriyle doldurmuşlardır.

 

Kaya ve Kurgan damgalarıyla başladık, Orhun kitabeleriyle geliştirdik ve hala yazıyoruz. Bugünde Dünyanın böyle bir Türk Devlet düzenine o kadar ihtiyacı var ki. Ne ki, biz töreyi ihmal ettik, işte bugünkü derbederliğimiz de ondandır. Şayet özümüze dönersek yine toparlanmamız kolay olacaktır. Çünkü Doğudan Batıya Kavimler göçünüde başlatarak hemen hemen bütün dünyayı kendi sancakları altında birleştiren, bu da aslında Türklerin töresi olan ve Devletlerini birbirlerinden devir alarak kesintisiz devam ettiren de o aynı Türklerdir.

 

O halde neden yine olmasın. Bunun için de bugün önce, kendimizi KUT ’lamamız gerekir. Yani Devlet hezeyanlar, avazlar ve kişisel kaprislerle yönetilmez. Hele de bir Türk Devleti asla yönetilemez, çünkü o sadece kutlanmak için yönetilir. Yoksa vaktiyle Enver Paşanın kızıl elma masallarıyla olduğu gibi, yeni Sarıkamışlar yaşanır. Oysa Türk budunları ne zaman ve nasıl bir araya geleceklerini çok iyi bilirler, şayet özümserlerse tabi. Ve bunun içinde hezeyanlı, paranoid, yapay dürtülere asla ihtiyaç duymazlar. Yeter ki ne düşünüp ne diyeceğini bilen ve yapan, uygar ve çağdaş Atatürk gibi Liderleri (Başbuğları) olsun.

 

Ve aynı bağlamda Türk tarihini de içeren, Türk Milli Tarihi, yastık altı kitabınız olsun. Hiç unutulmasın ki, ilk önce de koltuklarına çam sakızıyla yapışmış olan muktedirlerden kurtulmak gerekir. Aslında Altaylı Türk’le Kürtün, Türkiye Cumhuriyeti’nde vatandaşlık sorunu asla yoktur. İmralı’dan bir şey beklemekse aslında abesle iştigaldir.

 

Çünkü esas söylenmesi gereken, siyaset adamlığı yanında, aslında Atatürkçü Devlet adamlığıyla Sayın Özel’in, DEM Parti sözcüleriyle yaptıkları görüşmeden sonra verdiği demeçlerdir. Erdoğan’ın ise bu görüşmelerin dışında kalması kendi tasarrufudur ve ayrıca böyle bir resmin ortaya çıması bağlamında da ülkemiz hesabına daha da hayırlı olmuştur. Bağlamında İktidarın durumu ve ben merkeziyetçi siyasi tutumu devam ettikçe, seçimlerin acilen yapılması, artık tek sorun haline gelmiştir. Çünkü dış ve iç siyasette diğer bütün olumsuzlukların elimine edilmesi, artık sadece buna bağlıdır.

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com