15.07.2024
Şu anda, dünya çapında “terörle savaş” adı altında, güçlükle kazanılmış özgürlüklerimizi kaybediyoruz, sanki terör yeni bir şeymiş gibi. (Böyle olduğunu düşünenler, Joseph Conrad tarafından yüz yıl önce yazılmış olan Gizli Ajlan’ı okumalılar. Bu kitapta, anarşist intihar bombacılarının üzerlerine yerleştirdikleri bombalarla Londra’yı nasıl havaya uçurdukları anlatılmaktadır.) Bugünün fanatik Müslüman’ı kitaptaki kâfirin ya da anarşistin ve özellikle, Soğuk Savaş sürecinde askeri bütçelerin genişletilmesinde çok yardımcı olan Kızıl Tehdit ’in yerini başarıyla almıştır -Ronald Wright-.
Görülüyor ki, gelişimin evrim tarihini
anlatan Batılı bir eserde bile, gelişimin geldiği son nokta da inanç sahibi Müslümanlarca
bir hak dini olarak kabul edilen, aslı ise ehli beyt olan, ‘Müslüman’ ise Vatikan’cası
olan gerçek İslam’ın, sadece insancıl bir dini inanç olduğu haklı olarak
savunulurken, fanatik Müslüman terörünün, kızıl tehditin bile yerini aldığı
kabul ediliyor ve neredeyse, bütün gerçek (tarikatlar yani fırkalarla hiçbir ilişiği
olmayan) ehli beyt İslam’a terörist deniliyor. Oysa İslam, Peygamberini bile kahretmek
için çarmıh ağacında kurulmamıştır.
Yoksa Batılıların bu düşünceleri,
acaba Medine’de İslam Devleti kurulurken, parasızlıktan yakınan Muhammed ve ashabı,
Medine tüccarlarının kervanlarını soymakla işe başlamış olmaları nedeniyle,
taraftar kazanmış olabilir mi? Çünkü bu durumda, İslam bir kılıç dini olacağından,
çarmıhta acılar çekerek ölen İsa’nın Hristiyanlığı yanında, şüphesiz daha fazla
mağdur ve mazlum olmayacaktır. Ne var ki 3. Dünya harbinin kıyısına getirdikleri
bugünkü Dünyanın atomar trajedisinden, bütün insanlığa fazla zarar vermeyen, sadece
bir iki savaş yapmış İslam’ın yanında, Dünya insanlığını yok edilme noktasına
getirmiş; ama kendi gölgesinden bile korkan, aynı emperyalist Hristiyanlığın
sorumlu olduğu ise asla sorgulanmamaktadır.
Aslında suç motoru haline getirilmiş,
mantar kafalı birtakım adamların ve başlarında yine onlardan fazla bir seviyesi
olmayanların, sanki bir uzmanlık projesi gibi, hesaba kitaba uymayan bir mafya
zırvasıyla, ülkenin aklı başında hukukçularını bile adam yerine koymadıkları ucuz
bir siyasi cinayet senaryosu, herkese zorla izletiliyor. Ne ki yemini
verenlerin köpeği olmaya alıştırılmış olanlar, insan da olmadıkları için
içlerinden asla bir delikanlı çıkamayacağı da biliniyor.
Çünkü delikanlı, korkusuz, adil, yiğit
ve asla yalana, hileye ihtiyacı olmayan adam tiplemesidir. Tıpkı rahmetli
babamın dönemindeki, kendisinin de onlardan biri olduğu ve bütün mevcudiyetini
vatanının kurtulmasına adamış Kuvayı milliyeciler gibi. Hele de Sinan Ateş gibi
ülkenin yiğit ve aydın evlatlarını, pisipisine yok ederken, bir de yalancı tanıklığını
üstlenmek, onların akıllarından bile geçmezdi. Şimdi böyle bir tipsizi, ikinizin
baş başa kalacağınız bir yerde düelloya davet edin, tırslayacağını da hemen görürsünüz.
Ve o zaman işte, bütün gücü kadınlara yeten delikanlıyı da tanımış olursunuz.
Bu dediğimi ise hiç duraksamadan
yapabilecek çok Emmioğlum var ülkemde. Hiç merakınız olmasın. Aynı bağlamda
Sinan Ateşin eşi ve kardeşi gibi gerçek Türk Amazon kadınlarımızın yanında ve
asla onlar kadar delikanlı olamayacak, yapay MHP’nin bu tımarsız ve kudurma noktasına
gelmiş köpeklerinin, yakında uyanacak Türkeş’in çocukları tarafından, Kuvayı
milliye iksiriyle, tedavi edileceklerine olan inancımı da ifade etmek isterim.
Yeterki, bir MHP enkazıyla, hala ömrünü uzatmaya çalışan cumhur ittifakının, artık
zurnanın son deliği olduğu soyutlansın.
İşte yemlendirilmiş ve ayarlanmış,
başka da hiçbir halta yaramayan figüranlar, böylesi çadır tiyatrolarında oynatılırken,
olayların farkında bile olmayan bir çoğunluk da trene bakan MÖ’ler gibi sadece
izliyor. İşte o zaman da şöyle bir soru akla geliyor. Acaba ilerlemiyor mu
yoksa ilerletilmiyor muyuz? Bana göre her ikisine de sahibiz. İlerlemiyoruz, çünkü
bu bağnazlık ve banallıkla daha iyisi de olamaz. İlerletilmiyoruz, çünkü kilit
noktalarımız, küresel emperyalist odaklar tarafından işgal edilmiş durumda. Esasen
22 yıldır bunu da ziyadesiyle anlamış olmalıyız.
Aslında tarihte sıkça görüldüğü gibi,
batan bütün İmparatorlukların ortak kaderi, yasa düşmanı olan tiranlarının savurganlığıdır.
Şayet bu ucube İktidarla, bir seçim süresi daha yola devam edersek, bizim de bulacağımız
aynı akıbettir. Zira bir Tiran Hükümetinin çekilmeye gönüllü olduğunu tarih
yazmıyor. O halde çekilmesi sağlanmalıdır.
CHP’li Vekilleri Boğaziçi
Üniversitesine, Erdoğan’ı bile aşan bir otoriteyle sokmayan kayyum atamalı bir
yapay Rektör, acaba kim olduğunu ve ne zamana kadar o görevde kalabileceğini
sanıyordu? Sonu gelmekte olan Erdoğan Hükümetinin, trajikomik; ama aslında acınası
durumu, her gün daha da karararak, yakında çekip giderken, önlerini bile göremeyecekleri
bir karartmaya dönüşüyor, bilginiz ola! Belki de kaçarken resim vermek
istemiyorlardır, kim bilir. Ne var ki en karanlık gecelerde bile çekilen UV resimlerin,
suratlarındaki benleri bile göstereceğini ya bilmiyor ya da unutuyorlar.
Bu arada Ateş Davasında, her gün
bütün sanıkları ve sorumluları iyice köşeye sıkıştıran yeni gelişmeler, hala ateşle
oynayan yaramaz çocuklar gibi bazı Hâkim ve Savcıların, sonunda kendilerini de
yakmamaları için çok daha dikkatli ve doğru karar vermelerini adeta icbar
ediyor. Çünkü, şimdi savsaklanmak nedeniyle bazı atlamaları olan bu davanın,
sistem değiştiğinde bazı gizlenen detaylarıyla birlikte yeniden masaya
yatırılacağı, gün gibi aşikardır. Yani böyle bir davadan kaçış yoktur ve birilerinin
zorla anlamak zorunda oldukları gibi.
Aynı bağlamda, bir zamanlar Türkiye
Cumhuriyeti’nin en uygar 1961 Anayasasına imza koyan ülkenin en seçkin
hukukçuları, şayet o zaman, bir gün aynı topraklarda Sinan Ateş vs vb gibi suç
ve cezanın çok açık olduğu dava dosyalarına bile bakılmasının problem teşkil edeceğini
bilselerdi, inanıyorum ki şaşkınlıktan, büyük dillerini bile yutarlardı. Çünkü
Sinan Ateş siyasi cinayeti davasının temel meselesi, Erdoğan İktidarının dolasıyla
da Bahçeli MHP’sinin ömrünü bir süre daha uzatacak olan cumhur ittifakının, devam
ettirileceği kararının alınmış olmasıdır. Bu durum ise, Ateşin eşine davayı çözeceğim
sözünü verip, sözünü tutmayan Erdoğan’ı, artık baş sorumlu yapar. Yoksa dimağ yorgunluğu
ötesi böylesi bir durum, acil bir tıbbi konsültasyon mu gerektirmektedir? Gerisi
ise laf ı güzaftır dostlar.
Hele SHP olarak, eski kimilerinin
Partisinin, şimdi kimsesiz ve tanınmamışların Partisi olarak; ama CHP
şemsiyesiyle yeniden açılmasına ne diyorsunuz? Bana göre de bu, yeni bir seçim
kargaşası yaratarak AKP’nin ömrünü uzatmak için, yapay bir CHP görüntüsü
altında yaratılan bir oldu bitti veya komplo olarak da yorumlanabilir. Veya bu
zorlamanın da tek nedeni, Sayın Özgür Özel’in inançlı, kararlı ve özgüvenden
asla taviz vermeyen, istikrarlı tutumudur. Ayrıca kendisinin bu kimlik kılıfına,
bütün Parti mevcudiyetinin de bürünmüş olmasıdır.
Hem de CHP’nin doğuşundan beri
ayrılmaz felsefesi olan sosyal ifadesinin, bu günkü CHP’nin de olmazsa olmaz ilk
maddesi olduğu nasıl yadsınabilir ki? ‘Devlette kazanım olmaz, sadece olması
gereken olur veya yapılması gereken yapılır’ diyen Sayın Karayalçın’ı da
kutlarız. Doğrusu bugünkü Devlet yetkililerinin, ibretle okuması gerekir bu
ifadeleri. Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Karayalçın, işte bana göre de Türkiye
Cumhuriyeti’nin en üst meclisi olan Senato da Senatör olarak görmek istediğim
Devlet adamlarından ikisi. Bunu görmek bana nasip olur mu, bilmiyorum; ama ben
bunu görmeyi çok isterim.
Çünkü Meclis tek başına, ülkemizi emperyalist
tasallutuna karşı koruyamadı. Yani Erdoğan vs ucube yaptırımlarına bir daha
yakalanmamak için, 61 Anayasasında olduğu gibi sadece bazı yasaların ilavesi ve/veya
değiştirilmesiyle de bu güvence elde edilemez. Yeni bir Senatonun kurulması
şarttır. Ki bu gelenek, eski Türk Dünyasını olduğu gibi yeni Türk Dünyasını da
uçuracaktır. Bakın USA hala bu yüzden ayakta değil mi? Burada sözü edilen ise,
kurtlar ve takunyalı Tarikatlar değil, tam bağımsız, laik, Kemalist Türkiye
Cumhuriyeti’yle bütün Türk Dünyasıdır, salt söz konusu edilen. Ayrıca bizler de
artık idol aramak dönemini arkamızda bıraktığımız ve ancak siyaset üstü (yani
Senatör) akıldaşlarımızla anlaşabileceğimiz için -ki akıl yaşta değil başta
olduğundan, alınmaya da hiç gerek yoktur- bunu irticalen ifade etmek zorunda
olduğumu da bilgilerinize sunarım.
İşçi Partisinin Seçimleri, ağır
ekseriyetle kazandığı İngiltere’den sonra, Fransa’nın da Avrupa klasiğine uygun
rafine bir davranışla, sol ve sola yakın merkez Partileriyle, ileride bir
sistem karmaşası da yaratabilecek radikal sağın, böyle bir fırsat bulamaması
için, ittifak içinde olacakları anlaşılıyor. Yalnız İşçi Partisinin özellikle İngiltere’de
seçimleri kazanması, ille de materyalist bir diyalektikle göreve başlayacaklarının
henüz müjdesi olmuyor. Çünkü bunun için elbette daha olgun bir zaman beklenecektir.
Ayrıca,” Müslüman ülkeler Tanrı katındaki en son ve en hak dine sahipse, neden
dünya üzerinde tüm Müslüman ülkeler sürünmektedir? Neden Hıristiyanlar ve Yahudiler
dünyayı yönetmektedir? – Bir Müslüman Deist “sorusu da artık engelsiz
sorulabilir olacaktır kuşkusuz.
Her şeye rağmen kendi paradigmamla,
1 mg’lık bir hatanın bile cinayet suçlusu haline getirdiği sahibine, Doktordan
bile fazla sorumluluk yüklediği ve kimyagerliğinin bilincinde ki bir Başkan Özel’in
bu süreci, itina ile kullanacağına olan inancımı da betimlemek isterim. Yoksa
hemen şimdi bütün taşlar yerine otursaydı, şaşkınlıktan Karl Marx’ın kemikleri
bile tersine dönerdi. Buna rağmen, USA’nın da siyaset hocası olan İngiltere’nin,
aynı bağlamda vereceği sinyaller, artık daha fazla önem kazanmıştır. Ne var ki
pozitivist determinist işaretin, genel AB bağlamında, artık çok daha optimal
verildiği de yadsınmamalıdır. Şimdi beklemek lazım, bakalım anglosiyonist para
babaları, bu duruma nasıl gard alacaklardır.
Geçen gün, yakınma ruh haleti içinde
olan birisine; bak kardeşim günahın benim olsun ve sen bu işe karışma; ama saatim
çalınca tanrıya diyeceğim ki, herkese verdiğin akıl şayet bana yeterli olmadıysa
geri al o zaman. Öyle ya, ben ümmi isem ve aklımı da kullanmasını bilmiyorsam, onu
nasıl kullanabilirdim ki. O da bana belki, sen de yapay zekâ kullan
deyiverseydi mesela. Acaba ben o zaman ne derdim veya diyebilirdim?
Yalnız eminim ki, bilimsel pozitivist
eytişimle, gelecek nesillerin akıl sorunları olmayacaktır. Çünkü bebekler daha
doğarken, genetik eksikliklerini tamamlayacak protezler, güçlendirilmiş yapay zekâlı
çipleriyle süper insanlar yaratılacağından, belki harpler de bitecek ve
insanlar yeni kavimler göçünü, yeni galaksilerin yıldızlarında yaşayacaklardır.
Ve bir zamanların Titanic’lerinin yerini artık uzayın yeni transgalaktikaları alacaktır.
Hiç kuşku duymayın. Çünkü her şeyden önce, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar
artan ve artacak olan dünya nüfusu, bütün fundamentalizmini de arkasında
bırakarak, bir gün dünyadan taşacak hale de gelecektir. Zira eskiden olduğu
gibi dünyada yerleşecek ülkede kalmayacağından, eskiden okyanuslara açılarak
bütün Dünyayı zehirleyen ve hasta yapan insanoğlu, artık ister istemez şansını,
uzayda yeni galaksilerde aramak zorunda kalacaktır.
Birazda beyin fırtınası yaparak konu
değiştirelim ve güncel bunalımlarımızdan en iyisi biraz azat olalım sevgili okurlar.
Çünkü biraz daha zorlarsak, artık enflasyon ve bunamış, çağ dışı bir hukuk
sistemi kusmaya başlayacağız. Ki bunun arkası da muhtemelen, mide fesadı ve Reflü
sorunları olacaktır artık. Ve insanın, insan olduğunun en belirgin tek kaynağı,
onun felsefi yapısıdır, ki bu da asla göz ardı edilmemelidir.
Bu arada milli takımımız Avusturya’yı
elerken, bir önceki yazımda Cenk’i örnek göstererek, gençlerimizin sorumluluk
almasını istemiştim. Çekya maçında, iki golümüzü atan delikanlı, gerçekten
tahminlerin bile üstünde sorumluluk alarak hepimizl mutlu etti. İyi de sonra yediği
herzeye ne demeli. Yaptığı faydayı, milli takıma verdiği iki maçlık bir cezayla
kapayan bu kafasıza ne demeli. Çok aramış gibi koca Türkiye Cumhuriyeti’ni bile
temsil etmeyen, aslında salt bir Parti işareti olan, seçmen fakiri; ama yasaklı
bir Parti sembolüyle poz vererek yasaklı duruma düşmesiyle her şeyi berbat ederek,
kafasında zerre kadar akıl olmadığını da bir marifet yapmış gibi sergiledi.
Hele de bu tartışmaların Hitler
ırkçılığının merkezi olan bir ülkede, yapılıyor olması! AB’lilere, Hollanda karşısında
Türk takımının önemli bir elemanını oyun dışı bıraktırmakla, Hollanda takımına ummadıkları
bir kıyak yaratma fırsatı da verdi. Allah bu çocuklara akıl, fikir ihsan etsin,
âmin. Ulan bak işine oyna futbolunu, kendini ne sanıyorsun. Milli takıma fayda
sağlamışken, belki sana daha da fazla ihtiyaç duyacağımız bir karşılaşmada, muhtemelen
de cezalı olacağını düşünemiyor musun? Ee neye yaradın sen o zaman. Yoksa bir
de madalya mı bekliyordun? Demek ki artık bilinçsizliğin, sahibini cezadan
kurtarmayacağını, geç te olsa öğrenmiş oldun.
Şimdi 7 Temmuz saat 17:00 ve Hollanda
maçından önce tek temennim, bütün topçuların, takım arkadaşlarının eksikliğini
unutturarak sorumluluklarını bilincinde olarak maçı inadına kazanmaları, sonra da
herkesi centilmence kutlayarak stadyumdan ayrılmalarıdır, seyircilere tavsiyemse
hiçbir şey olmamışçasına çocukların yaptığını yapmaları, maçı Erdoğan sanki
yokmuş gibi vakur, Türk seyircisine yakışan bir olgunlukla izlemeleri ve bir
milli mesele haline ise asla taşımamalarıdır. Bakalım maçtan sonra yeni
yorumlarımı da bu satırların altına yazacağım. Çünkü bu yazı bir 15 Temmuz yazısıdır
ve benim için henüz tamamlanmamıştır.
7.Temmuz saat 23:55 ve maç bitti,
yapı da paydos. Umutluydum ve en azından bizim milli takımın artık her evrensel
turnuvanın en korkulu ve favori takımlarından biri olmasını, bunu dosta da düşmana
da kabul ettirmiş olmalarını istiyordum. Ne var ki bu umudum yeni bir bahara
kaldı. Zira milli takımda yeterli güçte eleman azlığı yanında, defans kanadında,
tam güvenilir bir majino hattı eksikliği de vardı. Ve bu eksiklerin yanında ruhsal
bütünlüğü de tamamlayacak yerli bir antrenör yokluğunu da asla ihmal etmemek lazımdı.
Ve galibiyeti elinde tutamayarak finali kaçırmak ise, takımımızın henüz beklediğimiz
seviyede olmadığının da sonuç olarak, şaşmaz kanıtıydı.
AB takımları, teknik ve atletik kabiliyeti
yüksek futbolcular seçiyorlar ve oyuncularını da böyle yetiştiriyorlar. Genelde
başa baş oynanan ve uzayan maçlarda bunun da faydası görülüyor esasen. İşte kaybetmemizin
ana nedeni de bu eksiğimizdi zaten. Bizim takımdan daha hedefe yönelik futbol
oynayan İsviçre’nin yerine Murat Yakın, bizim çocukların başında olsaydı, bizden
olduğu için de onlara daha farklı yaklaşacağından ve hele de bizim, dur durak
bilmeden takımlarını teşyi eden seyircimizle, belki de finali bile oynayacak durumda
olmaz mıydık? Yalnız çok iyi bilin ki, Fransız Hakem mağduru olarak, haksız mağlup
edildiğiniz bir müsabakadan sonra bile, aslında bütün rakiplerinizi rahatça yenebileceğinizi
herkese ispat ettiğiniz bir turnuvada, en azından bir AB beşinciliğiniz bana
göre bakidir ve geleceğinizi aydınlatacak bir işaret fişeği de olmuştur. Ki bunu
da analarınızın ak sütü gibi çoktan hak ettiniz gençler, siz ellerinizden
geleni yine de fazlasıyla yaptınız, sağ olun.
Yalnız bugün çelimsiz ve yetersiz
olan; ama ilerisi için umut vadeden çocuklarımız da var. Ve bunlara zaman tanımak
lazım. Ne ki bir kaşık bal almak için koca bir çuval keçi boynuzu yemenin de bir
anlamı yoktur. Ve bu da gerçek istidadı olanların çok isabetli seçilmesini
gerektirecektir. Bu turnuvada tam not veremediğimiz çocuklarımızın, her şeye
rağmen karşılarındaki takımlardan eksikleri olmadığını da görmek, aslında ilerisi
için umudumuzu da yeşertti. Çünkü artık individüalist, yani yıldız ve yaratıcı
futbolcu yok veya yetişmiyor. Futbol neredeyse antrenörler arasında oynanan bir
taktik şovu haline geldi. Bu ise, tuzsuz
çorbaya benzetiyor futbolu ne tat ne de seyir zevki bırakıyor insanda. Yani bir
gün, geleceğin futbolu da satranç oyunu gibi izlenmeye başlanırsa, hiç
şaşırmamak gerekecektir.
Dolayısıyla da işimizin daha kolay olduğunu
düşünüyorum. Ne var ki bir zamanlar oynadığımız ve seyrettiğimiz futboldan daha
fazla zevk alıyorduk! Şimdi artık buraya nokta koyarak gözyaşlarınızı, onları
sevinçleriniz için dökeceğiniz günlere saklayın artık çocuklar. Bu konuda son bir
şey daha söylemem gerekirse; Hakemin son dakika golüyle bizi yenen Hollandalılar,
hem de kendi hatalarıyla yedikleri son saniyeler golüyle de elenince, herhalde
bizim çocuklara empati oluşturmuşlardır. Ve böylece hakkın yerde kalmadığı,
yine gerçekleşmiş demektir.
Ve son olarak; işte size Sarayın ucubeler
kataloğundan yeni bir türkiş uygulama daha. Ötenazi; ki bu sadece insanların,
yazılı veya şifahi olarak tebliğ ettikleri, kendilerinin öldürülmesi
müsaadesidir. Ki henüz Türkiye de yasaktır, ne var ki yakında bizde de
yasallaşacağı açıktır. Hayvanlara ise bu hakkı sorabilmek mümkün olmadığından,
hayvanların istemedikleri veya kimseye vermedikleri bu müsaadeyi, buna rağmen onlara
karşı kullanmak, nasıl ve neye yorumlanmalıdır.
Veya bu aksiyon insanca mı, yoksa
mevcutlar arasında türü bile olmayan bir hayvanca mı olarak algılanmalıdır? Ve
bu soru, sadece kendisini insan hissedenlere sorulur, başkasına değil. Yoksa
melül bakışlı bu biçareler, onları yiyen uluslara pazarlanarak, alınacak
haramlar da ağızlarına biraz bal çalmak kandırmacasıyla, emeklilere mı
bağışlanacaktır. Ve bununla da zevahiri kurtarmak amacıyla, ötenazi masalı mı
uydurulmuştur. Bakın, içinde olduğumuz kahırlı yokluk günleri, neler düşündürüyor
o günleri, maalesef hala yaşayanlara…
Serendip Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com