Herhalde, sonunda çevreme bırakacağım soru şu olacak. Her şeyi devindirdiğine, kendisini de yenileyip değiştirdiğine göre, hala aynı ve sizin sandığınız evrende yaşadığımıza mı inanıyorsunuz? Bu soru aslında sayfalarla dahi açıklanamayacak kadar fazla, felsefi tartışmalara yol açar. Ben en iyisi, evrene bile fazla güvenmeyin diyerek kısa bir anımsatma yapayım sadece. Çünkü biz kendi ülkemizde bile tatil yapamıyorken, farklı evrenleri bile farklı uzay zamanlarda, babalarının çiftliği gibi dolaşanları bir gün hayretle okuyacak olanların zaman dilimine, bir gün ulaşırsak şayet, artık sözün bittiği noktaya da ulaşmışız demektir. Bunca tefekkürden sonra hala, bizim evrende başka bir uzaylı cana rastlayamıyorsak, kendilerinden ilkel olduğumuz için ilgilerini çekemiyoruz veya bizden çok daha gelişmiş olan komşu uzaylılarımızın, çoktan başka evrenlerde, kendilerinden bile fazla gelişmiş olanları keşfetmiş oldukları içindir belki, kim bilebilir?
Kant’ın çağında doğal nesneler
konusundaki bilgimiz öylesine bölük pörçüktü ki, onların üstünde bildiğimiz az
bir şeyin ötesinde esrarlı bir kendinde varlık bulunduğu sanılabilirdi. Ama bu
kavranamaz sanılan nesneler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi sonunda
kavrandılar, çözümlendiler, üstelik de yeniden üretildiler. -Engels-.
Yalnız bunları okuyunca, belki de
tarihe neden tekerrürdür denmesi yanlışlığını da anlayabiliriz. Yalnız Engelsin
de hak verebileceği nedenle, tarihin asla tekerrür olmadığını, aslında geriye
dönmeden sadece ileriye doğru yol alan spiral helezonik bir eksene sahip devinim
olduğunu da kendisinden biliyor ve anlıyoruzdur aslında. Yoksa usta eytişimci
Engels’in bu yine eğitici ifadesi, hele şimdi içinde olduğumuz yeni pozitivizm
çağında, yalnız ve yetersiz kalırdı.
Ne ki bu bizi asla umutsuz yapmasın.
Çünkü aç bir köpek bile bir insana yaklaşırken, ondan alabileceği, yiyebilecek
bir şeyin umuduyla yaklaşır. Aynı bağlamda insanlarla iletişim halindeki her köpek
vs. tanıdığı her insandan, ne alabileceğini çok iyi bilir. Mesela sevgi, ilgi veya
hatırının sorulması gibi. İşin ilginç yanı ise, insan bunu yaparken hayvanı kendisinin
alıştırdığını düşünür, Aslında insandır hayvan tarafından alıştırılan. Lakin
umutsuzluk, hele de aklı başındaki insanlarda asla olmayacak bir düşüncesizliktir.
Çünkü böylesi bir yaradılış belki de en az hatalı veya hatasız olandı
muhtemelen. Ve iyi biliyoruz ki, gelecek bilimsel evreler, böylesi on binlerce
sayfayı, belki de tek sayfada açıklayacaktır neticede, hiç şüpheniz olmasın.
Bırakın diğer abesleri, sadece Memleketimizin
en güzel köşelerinden biri olan görkemli Datça’yı bile rantçılara peşkeş
çekerek, yıllardır sömürdükleri vatandaşlarımızı, bütün yokluklarına rağmen,
denize girebilmek için komşu Yunan adalarına mahkûm eden bir Hükümete, nasıl
milli Hükümetimiz diyebiliriz? Ve bu durumda bile hala, yürüyüşleri bile demans
çağrısı yapan ve artık yolcu edilmeleri gereken yapay Liderlerin, siyasa
ömürlerini uzatıp duralım. O halde önce düşünelim, Erdoğan mı, Bahçeli mı, acaba
hangisi Biden’i daha fazla anımsatıyor?
Mesela Erdoğan’ın ‘muhalefeti aslında
normalleştireceğiz’ ifadesi, bir demans yolcusunun sokakta rastladığı birine,
evinin adresini sormasına benziyor. İşte aslında normalleşmesi gereken durum
tam da budur. Bir benzer örnekte, USA Başkan seçimleri arifesinde Başkan
adaylarının (Biden, Trump), klasik atışma gösterileridir. Adamlar doğuştan
artist, oysa bugün Hollywood stüdyoları dahi Çinlilerin elindedir, bırakın
atışsınlar, bırakın sözde yiyip dursunlar birbirlerini o zaman. Gönülleri bilir,
para babası beyzadelerinin. Çünkü Demokrasi(!) yaftalı Amerikan gerçeğini,
nasıl olsa tahlil edebilecek durumda olmayan vatandaşlarını aldatmaları kolay
olacaktır, her zamanki gibi yine. Başka da ne densin ki.
Bunun gibi sayısız emsalleri sıralayarak
keyfinizi kaçırmak istemiyorum. Öyleyse özeğimize dönelim. Atatürk her yerde,
bayraklarda, ağaçlarda, duvarlarda, hatta araba plakalarında bile yazılı, gör
ve izle! Bu sana da bana da yeter nasılsa. Bayram günleri boyunca, ASKER Serhan
programlarında alkışladığımız gibi; genç belediyeci kafalarca, genç ve yeni
işlerin yapılacağına inanç ve güvencemiz arttı. Ne var ki olacak ve bizi daha
sağlam ve kalıcı bir ebede taşıyabilecek güzel günlerin korunabilmesi için,
Atatürk gerçeğinin yanında yeni bir Atatürk SENATOSU’nun da -ki bu önce millet
meclisini koruyacaktır, bu da Devletin milli bekası demektir aslında- olmazsa
olmaz olacağını bir daha anlamış olduk. O halde şimdiden milletimize hayırlı
olsun.
Nicelik değerinin hesaplanamadığı
bir malın, marjinal kullanma değerine göre maliyetinin hesaplanması ne kadar
yanlışsa, enflasyonun nedeni de o kadar doğru anlaşılır. Çünkü bir malın var
oluş fiktif değeridir aslında, bütün evrensel klasifikasyonlarıyla hesaplanabilecek
iç ve dış satış değerinin de ana faktörü. Bu da devlet eliyle hesaplanmalı ve
kontrol edilmelidir. Ne var ki liberal alıştırmalı kapitalist ekonomi, bütün
asal ve olmazsa olmaz değerleri, üretim araçlarını elinde tutan bir azınlığın
menfaati bağlamında yok eder veya birbirine karıştırır. Yani bütün borçları
halk mı ödeyecektir. Öyleyse halkın ödeyeceği vergiler, halka yakın olmalıdır
en azından. Bu nedenle de Temmuz maaşları, emekliler bağlamında da düzenlenecek
diyenlere bir hatırlatma yapalım o zaman:
Emeklilerden önce, onların zamlı maaşlarını
bekleyen mal sahibi, şayet yeni bir anlaşmayla veya 6 aylık yeni bir mukaveleyle
emeklinin karşısına çıkarsa, alnından vurması mı gerekecektir artık emeklinin
onu? O halde hiç unutulmasın ki, maaş zamları, normalleşme filan demeden önce, Devletin
salt devlet gibi davranarak bütün uyumsuzluk ve olumsuzlukları yasal olarak
önlemesi gerekecektir sadece. Normalleştirilmesi gereken de aslında tarihin
çöplüğünde bile bulunmayan salt, ucube, şahsım kabile sistemidir. Bilin ki bu
yapılınca, her şey yoluna kendiliğinden ve ister istemez derhal girecektir. Yapay,
sallantılı ve artık düşmek üzere olan bu İktidarın her söylediğini, her görselini
ciddiye almak da abesle iştigaldir.
Yoksa bizde, eve ekmek bile
götüremiyoruz, çocuklarımıza, torunlarımıza yumurta dahi yediremiyoruz diyerek
zırlamaya devam ederiz. Aslında bunun nedeni de bizatihi kendimizden başkası değildir.
Öyleyse artık güncel olmayan, mobilini, bilgisayarını bile açamayan bizim
Ademlerin ilk yapacağı iş, ilk önce de kendilerini güncellemektir (up to date).
Ondan sonra mutfağınızın da baş belası haline gelmiş olan liberal ekonomiden de
kurtulmak mümkün olacaktır.
Çünkü hırs
sahibini HIRSIZ etmiştir sonuçta. Hak ve
hukukla aldığı İktidarı da işte böyle, tüyleri dökülmüş kuşa benzeyen bir
monarşiye dönüştürecek ve rezil olup bitecektir elbette sonunda. Zira çağ
dışında kalmış olanlarla bile bizatihen ittifak içinde olan; ama buna rağmen, siyasi
ittifak olmaz diyen Erdoğan, doğru söylüyor. Çünkü ana muhalefetin kendisiyle
bir ittifak yapmayacağını çok iyi anlayabiliyor. Ve bize de o zaman; zorunlu
olarak kaçmak zorunda kalacak olana, medeni olduğumuz için, yine de ‘güle güle’
demek düşecektir dostlar! Zira nasıl olsa evrimin, her şeyin birlikteliği olan evreni
de eytişimsel evirdiğini, dolayısıyla da var olan hiçbir şeyin yok olmayacağını;
ama olduğu gibi de kalamayacağını hep biliyoruz prensipte.
22 milyarlık kamu taşınmazı satan
AKP, anlaşılan iktidarının her yılında milli hazineden bir milyarlık programlı
satış yapmış. İyi de bu satışların toplamından, acaba kaç lirasını, her
fırsatta büyüme masalını anlattığı yurt kalkınmasına, en başında da eğitim, sağlık
ve emeklilik olan kamu hizmetlerine harcamıştır. İşte bu nedenle, tek adamlı
AKP iktidarının her saniyesini bile bilinçli olarak uzatmak, bu millete büyük bir
ihanet ve asla affedilemez büyük bir günah olacaktır. Çünkü bu gidişat, ülkemizi
yakında sömürgeleştirecektir. Oysa Türk Milletinin asla bağımlı kalamayacağını
ise, bu Dünyanın bütün insan kulları çok iyi bilir. Ayrıca hak asla yerde kalmaz
ve hep sahibini bulur, şayet kalırsa, yaşama inanç da biter. Ve işte o zaman, evren
ve diyalektiği de yok sayılmıştır artık.
Şimşek en azından bir ekonomisttir
ve şüphesiz ki salt, ben ekonomistim diyenlerden çok daha fazla da ne yaptığını
biliyordur. Ayrıca inanıyorum ki, AKP belasından Türkiye kurtulmadan, tek adamın
hazine bohçası haline gelmiş bir milli Merkez Bankasıyla, hiçbir ekonominin
millileştirilemez ve bağımsızlaştırılamaz olduğunu da çok iyi biliyordur, ne
var ki bunu itiraf edemiyor. Bana göre en büyük hatası da budur. Lakin Şimşek’in
de tek umudu belki, eylemsel boyutta, aksiyoner bir Lideri olan CHP ile yeni
bir başlangıç yakalayabilmektir. İşte aklı normal çalışan, kendine profesyonel
ekonomist diyebilen, hem de bunu belgeleyen, ikbal sahibi, onurlu bir insan
aklının tek çıkış yolu da budur. Tabi birde kendisini işvereninin (yerli veya
yabancı) kölesi hissedip, tarafından yok edilmeyi veya düşük değeriyle başkalarına
satılmayı istemiyorsa!
İşin özüne gelirsek, yapay
arttırılan ücretlerle adam kandırmayı, lafazanlık yapmayı bırakıp, ne yapılırsa,
hangi tedbirler alınırsa ve bunlarda uygulanırsa, seçimler öncesinin ilk tedbirleri
olarak ve her şey kalıcı olarak düzelinceye kadar vatandaş enflasyonla yaşar
hale gelebilir, aksiyonunu acilen uygulamak gerekir. Çünkü ancak bu yaklaşım ve
uygulama, siyasi bir erdemin varlığına işaret edebilir. Bu da Erdoğan
paradoksuna bazı rötuşlar sağlayabilir. Yalnız o kadar işte, zira bütün
birikmiş hesaplar, öyle veya böyle tamamen ödenmek zorundadır. Bu arada Sinan Ateş
davası daha başlamadan, Bahçeli yatağa düşecek hale geldi. Ne oldu acaba,
canını çok yakacak ve cumhur ittifakını bile bitirecek olan siyasi ve de adli sonuçların
şimdi mi farkına vardı? Ayrıca bu davanın fos çıkacağından adım gibi emindim.
Çünkü sanık denen heriflere azami baskı yapılarak ifade değiştirtecekleri ve
koca Sinan Ateş davasının neredeyse bir alacak/verecek meselesi yapılarak, asıl
siyasi suçluların gizleneceğinden çok emindim.
İştiyakla beklenen milli maçta, 39,
41 yaşındaki ağabeyleri, bazılarına göre de babalarının akranlarına bile bu
kadar kolay yenilen gençlerimizin, aslında yine de tek eksiklerinin, hocalığını
tartışmadığımız; ama kendilerinden olmayan bir antrenörle milli ruhlarını da
kaybetmiş olmalarıydı. Bu durumsa, salt yabancı yatırımcıdan gelişme uman veya
umacak olan, onursuz; ama geçici menfaatlerin arayışı içindeki bir gençliği de
uyarıcı olur muhtemelen. Çünkü bilinen gerçeklerden biri de onurun, tamamen
bireysel ve ‘ben’ olan insan varlığın, ayrılamaz bir bütünseli olduğudur. Bunun
karşıtı ise bugüne kadar ortaya konulamamıştır. Sözün özü; yani onursuz insana,
insan da denilemez. Ve milliyeti olmayanın sadece onuru değil aynı bağlamda kimliği
de yoktur. En fazla da dünya vatandaşı olabilir o artık.
Bu ise şahsen bana, top oynadığım ve
sonrasında iş çevrelerimin en prodüktif eleman olarak belgelendirdikleri benim;
Almanya da serbest ticaret müsaadesiyle çalıştırdığı bir butiği olan eşimin, büyüğü
Liseye başlayan, küçüğü ise ilk okulda okuyan Almanya doğumlu iki kızımın, yasal
hakları nedeniyle de hiç emansipasyon sorunu da yaşamadığımız Almanya’daki,
çalışma hayatımda, Devlet istihbaratında bile bilişim profesyoneli bir uzman memur
olabilmem için, Almanya yasalarına göre vatandaş
da yapılmak istendiğim yıllarda bile asla yetmedi ve hele de rahmetli babamdan
aldığım Kuvayı milli ahde vefama asla yetmezdi de esasında.
Hele, artık reşit olduğu için, kendi
kararını kendisinin vermesi sorumluluğunu da taşımam nedeniyle, Almanya’da arzu
ettiği branşı okumasını istediğim kızımın, ‘babacığım siz bizim için dönüş yaptınız.
Ben şayet kendim için Almanya’ya gidersem size ihanet etmiş olurum’ demesi,
aslında bizi tarifsiz mutlu etmişti. Ege Üniversitesinin, İngiliz Filolojisinin
de mansiyonla mezunu oldu. Almanya da çok iyi bakılacağına emin olduğumuz, çevresinde
iyi tanınan, yüksek mimar bir Dayısı ve Alman yengesi de vardı. Ki bazı vatandaşlarımızın
çocuklarına bile gönüllü ve karşılıksız yardım eden ve çocuğu da olmayan dayısı,
kendisinin bütün okul işlerini de çok kolay halledebilirdi. Bugün emekli de
olarak, tek kızından olan torunun anneanneliğinin keyfini de yaşıyor. İki kız
annesi de olan küçük kızım ise 9 Eylül üniversitesinin Otel idaresi bölümünü bitirerek,
halen de eski bir İngiliz işletmesinin Türkiye idari işler Müdiresi olarak
aktif çalışma hayatına devam ediyor. Ve kiraladığı emeğinin karşılığını, prodüktif
olduğu için de fazlasıyla hak ediyor.
Eşleriyle de iyi anlaşan ve sevilen kızlarım,
bazen ortak anıları için aradıkları Almanya’da çalışmayı, bugünkü ekonomik bozukluğa
rağmen hiç düşünmediler bile. Bense bunları hayat romanı yazmak için değil; ama
belki de sevgili gençlerimize biraz örnek olur diye yazıyorum. Eşimle birlikte
geriye doğru baktığımızda, insani sorumluluklarının ve yaşam yükünün bilincine varmış
insanlar olarak, aslında mutlu olmamız gerektiğini ve bunu da hak ettiğimizi şimdi
daha iyi anlıyoruz. Ve de geleceğimizi yapacak olan bütün gençlerimize
torunlarımıza; darısı başınıza olsun diyoruz.
Şayet sizin için de durum, yorum böyleyse
ve benim gibi düşünüyorsanız, sizde yolunuzu sakın kaybetmeyin gençler. Bazı
büyükler de vardır, ki onlar kurtarılamayanlardır artık. Yalnız, bazıları da
yakın çevrenizde olanların, hazin ya da trajikomik varlığı, sizlerede de iyi örnek
olabilir. Tabi ibret alabilmeniz kaydıyla! Kendi sahasında Almanya’ya kök
söktüren İsviçre takımının başında Murat Yakın adlı bir Türk antrenör vardı mesela,
bizimkinin başındaysa bir İtalyan, anlayın artık. Çekya maçında, beklediğim Cenk’in,
hele de Çekya düğümünü sökerek attığı son dakika golüne rağmen, bu nedenle
fazla sevinemedim. Ve aynı anlamda, değişiklik yapalım derken, yuvarlak
konuşmalarla, topu başkalarına atarak ondan kurtulmayı değil, paylaşılacak en
doğru zamana kadar ve yaratıcılıkla, Cenk gibi kendimizin kullanmak zorunda olduğunu
da unutmamalı ve bunu da asla hafife almamalıyız. Ki bu husus hem milli futbolun
hem de siyasetin önünü açacaktır. Hadi varmısınız?
Aynı nedenle de Türk milli takımının,
artık her karşılaşmada top performans sergileyen ve Dünya kupasına her zaman aday
gösterilecek ekiplerden birisi olmasını istiyorum. Bunun da yaklaşık 170 yıldan
fazla top koşturan bir ülke futbolunun müktesep hakkı olduğunu düşünüyorum. Herhalde
bundan sonra dışarıdan, futbolcudan önce milli antrenör ithal etmek daha akıllıca
olacaktır. Ki çocuklarımız belki yine mağlup olabilirler; ama en azından
ruhlarını ve kimliklerini kaybetmeden mücadele edebilsinler hiç olmazsa…
Serendip Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com