Blog Arşivi

15 Şubat 2024 Perşembe

ŞEYTANCA..

 


            Enflasyon ve kiraların fazlalığından söz eden Erkan’ın azledilmesinden sonra yine bir USA menşeli Karahan’ın MB’nin başına getirilmesi; USA & NATO bileşkeli, Siyonist, Anglosakson, Liberal emperyalist bir siyasetin, ülkemin yakasından; AKP ve Cumhur ittifakının sonuna kadar da düşmeyeceğinin çok açık bir ifadesidir. Aynı paralelde; yapay depremlerle, özellikle hudut bölgelerinde yaşlı ve deneyimli nüfusun telef edilmesi, çocukların ve seçilen gençlerin kaçırılması, iyice içinden çıkılamaz hale gelen milli eğitim paradoksunun çocuklarımızı esir alması, içimize sokulan provokatör teröristlerin, uyuşturucu tacirlerinin artan faaliyetleri.

 

 BOP Eşbaşkanının birdenbire artan şeriat resitalleri, yarın USA’ya göçecek olan birilerinin Dolar stoklarını arttırmak üzere; 20 yıldır sistemli olarak arttırdıkları devalüasyon, yaygın hale getirilen hastalıklarla, bilhassa da aydın eski tüfeklerin telef edilmekte olması gibi, daha birçok ayrıntılarda üstüne konulduğunda, ülkemize kılavuz olmayı kafasına koymuş BOP tasarımcılarının giderek çoğalan icraatları, kendiliğinden ve yadsınamaz bir şekilde ortaya çıkmıştır. İçimizdeki dış kökenli yaygaracılar hala ‘ne alaka’ deyip dursunlar.

 

            Şimdi yukarıda okuduklarınızı da bir araya getirdiğimizde sakın siz de ne alaka demeyin Sayın okurlar, zira hepsi bir arada kaotik durumu tamamlayarak, üç boyutlu resmimizi ancak oluşturabiliyor. Bir de hepsinin üstüne, genel seçimlerde yapılan ve şimdi daha da elzem hale gelen yerel seçimler manipülasyonuyla, bilhassa metropollerimizin de İktidar Partisinin eline geçmesi planlanıyorsa, bütün bunlara karşın milli muhalefet nasıl çözüm üretiyor veya üretecek? İşte bu soru artık her şeyin üstünde anlam kazanıyor. Yazık, ne hale geldi ve de hala getiriliyor ülkemiz. Veya şimdi yeniden asla gerçekleşmeyecek mucizeleri mi bekleme dönemine girecek milletimiz diye sorsanıza!

 

Oysa hesap bellidir, yani sömürgecilerin biz istemesek de bu gidişle ve aynı kafayla kaldıkça, bizden yine istediklerini alacakları kesindir. Şimdi, kökü dışarıda olan yaygaracıların istediği gibi siyaset yapmak değil; ama Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, milli ittifakla icraat yapma zamanıdır. Çünkü ülkemiz o zaman da olduğu gibi tekrar elden gitmek üzeredir. Ve milletimizin artık siyasete bile ayıracak zamanı kalmamıştır.

 

Hatay ve çevresinin yapay depremlerle yerle bir edilen ve üstünden verilen vaatlere rağmen hiçbir şey yapılmadan bir yıl daha geçti. Yerel seçimler arifesiyle tekrar o bölgede AKP eşrafı, Başkanlarının yine ve yeni seçim şartlı vaatleriyle kendini gösterdi. Sütten ağızları fena halde yanan depremzedelerin, artık yoğurdu üfleyerek yiyip yemeyeceklerini zaman gösterecek. Deprem bölgelerinin sefil insan manzaralarını izlerken, Âdemoğlu iyi ki Allah’ı yaratmış da ansız Şeytanlardan hala medet uman bu insanlara, ‘Allah sizi kurtarsın’ diyebilmenin en azından gafletini yaşayabilerek, hiç olmazsa kendimizi biraz avutabiliyoruz.

 

Bu arada emperyalist hizmetkârı BM, insan haklarını savundukça Gazze’den fazla umutvar olmayın. Çünkü artık sonları yakın olan adamların, biraz daha ayakta kalabilmek için Ortadoğu’yu paylaşmak gibi sonu gelmez menfaatleri yüzünden, “tavşana kaç tazıya kovala” demekten başka da bir iş yaptıkları yok nasılsa! Unutmadan, Gökhan Zan adlı bir kartalı da kutlamak lazım. Çünkü Atatürk’e layık bir sporcu ve helal süt emmiş bir vatan evladı olarak, şimdilerde kendisine de bulaşan ve eski işini kaybederek yeni iş arayan bir Şeytanı, anlayacağı dilden cevapladığı için! Çok sağ ol ve kendine iyi bak sevgili Gökhan.

  

Aşağıda derlediğim alıntıların; mutlaka okunması gereken yine bazı önemli eklerini, kaynağın (Hatıratlarla Karşılaştırılmalı NUTUK) son sayfasını bitirinceye kadar da paylaşmaya devam edeceğim. Ki fazla da bir şey kalmadı artık.

§

BÜYÜK TAARRUZ NEDİR?

 

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa,26 Ağustos 1922 tarihinde gizlice büyük Taarruza hazırlık emri ver­di. Eldeki kuvvetlerin tamamına yakını Afyon Konya demiryolunun güneyine kaydırıldı. Eskişehir-An- kara istikameti boş bırakıldı. 26 Ağustos sabahı Türk topçusunun ateşiyle Kocatepe'den taarruz başladı. Türk topçusunun başa­rılı atışlarının ardından piyadeler saldırıya geçti ve 26-27 Ağustos gecesi Yunan mevzilerinin büyük çoğunluğunu ele geçirdi.

27 Ağus­tos günü Türk ordusu Afyon'a girdi. Yunan ordusu Dumlupınar’a çekildi ancak

29 Ağustos günü Türk ordusu tarafından kuşatıldı. 30 Ağustos 1922 tarihinde Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak bilinen savaşla Yunan kuvvetlerinin büyük bir kısmı­ imha edildi, kalanlar Uşak yönü­ne doğru kaçmaya başladı. Büyük Taarruz olarak adlandırılan bu dört günlük hücumların ardından Türk ordusu takibi bırakmayarak düşmana tutunma fırsatı vermedi ve İzmir'e kadar ilerledi. Büyük Taarruz sonunda imzalanan ulus­lararası antlaşmalarla Türk Devleti’nin bağımsızlığı ve egemenliği tüm dünya tarafından tanındı.

 

Çay Ziyafeti Yerine Saldırı

 

           Afyon taarruzundan on beş gün önce Gazi M. Kemal Paşa taarruza hazırlık emrini vermek ve kumandanlarla bizzat görüşmek üzere Akşehir’de bulunan Batı Cephesi’ne gitmişti.

Trenden Biçer İstasyonu’nda inmiş, otomobille Sivrihisar üzerinden Akşehir’e gidiyorduk. Trenden inip otomobile bindiğimiz zaman M. Kemal Paşa derin bir nefes aldılar. Kendilerine, “Rahatsız mısınız Paşam?” dedim. “Değilim,” dediler.

“O halde bir şey düşünüyorsunuz galiba?” deyince şunu söylediler: “Düşündüğümü uygulayacak zamana sahip olursam dünyanın gözlerini kamaştıracak bir askeri manzara meydana gelecektir.”

         Paşa’nın bu cevabı üzerine mühim kararlar ve mühim hadiseler arifesinde olduğumuzu anladım. Nitekim Akşehir’e varışımızın ertesi günü İsmet Paşa’nın karargâhında bütün kumandanlar toplanarak on beş gün sonra Afyon Cephesi’ne taarruz etmeye karar verildiğini öğrendim.

         Akşehir’de çok kalmadık. Birkaç gün sonra Ankara’ya döndük. Ve on beş gün sonra da taarruzda bulunmak üzere bir gece yarısı Çankaya’dan otomobillerle Konya’ya ve oradan da Akşehir’e hareket ettik. Fakat bu hareketimiz iki gün kadar gizli tutuldu. Ve o günlerde bunun gizli kalabilmesi için M. Kemal Paşa tarafından güya Çankaya’da bir çay ziyafet i verileceği duyurulup yayılmıştı ki, sonradan bunun bir manevra olduğu gazetelerde yazılmıştı.

Yapılan taarruzun neticesiyle de hakikaten Paşa’nın on beş gün otomobilde bana söyledikleri gibi dünyanın gözlerini kamaştıracak bir “askeri manzara" meydana gelmiştir. Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Zaferi bütün ayrıntısıyla bilindiği için, o günleri uzun uzun anlatmayacağım.

                                                                                     Salih Bozok

 

************************************************************************

 

Biz Mütemadiyen Dövüyoruz

 

         Erkenden tıraş oldum. Şafakla beraber 26 Ağustos’ta muharebeye başladık. Aynı saatte bütün cephede, 1’inci Ordu, 2’inci Ordu cephelerinde muharebe oluyor. Muharebe çok mükemmel hazırlanmış bir topçu ateşi ile başladı. Daha topçu ateşi muharebesi zamanında, bir taraftan da piyade ileri harekete geçti. Topçu ateşi Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’mın çok hoşuna gitmişti. Bana, topçunun iyi hazırlanmış olduğundan çok memnun kaldığını muharebe meydanında tekrar tekrar söylemiştir. 0 gün akşama kadar bizim taarruzumuz, Afyon’un kuzeyinde ve güneyinde düşmanı yakından baskı altında bulundurmakla geçti. Düşman siperler içinde ve tamamen tel örgü ile çevrilmiş bir halde. Sol kanadımızı oluşturan Dumlupınar Cephesi’ni uzaktan görüyoruz. Orada birçok ileri geri hareketler oluyor. Cephenin bu kısmında İzzettin Paşa bulunuyordu. Nurettin Paşa da ordu karargâhı ile orada, iki taraflı olarak gözlemliyoruz. Topçu ateşini, muharebenin idaresini ve ordu kumandanının tertiplerini yakından görüyor, takip ediyoruz.

         Topçu ateşinin başlamasından birkaç saat sonra piyadelerimiz yanaştı, l’inci Ordu cephesinde, bizim muharebeyi idare ettiğimiz ve netice alacağımız yerdi topçu ateşi başladığı zaman Yunan topçusu da muharebe ediyordu. Bu birkaç saatlik muharebeden sonra Yunan topçusu sustu. Düşman topçu ateşi tamamıyla kesilmişti. Bu andan itibaren yalnız biz ateş ediyoruz. Düşman siperlerini, tel örgülerini dövüyoruz.

         Taarruzun İlk günü ve İlk saatleri. Biz mütemadiyen dövüyoruz, düşman topçusu cevap vermiyor Bir türlü anlam veremiyoruz. Düşman topçu ateşinin böylesine kesilmesi, bizde geri çekilmeye kurar verme etkisi yaptı. Taarruzun şiddetini artırdık cepheyi zorladık, fakat son derece direniyorlar. Düşman piyadesinde hiç geri çekilecek bir hal yok. Gayet çetin ve inatçı olarak sebat ediyor. Bir seneden beri hazırlanmışlar.

Tel Örgüleri var, çeşitli engeller var Muhtelif yerlerde hücum etmek için teşebbüsler yaptık. Düşman inadına yerinde duruyor ve kıpırdamıyordu. Hiçbir yerde düşman hatlarını söktüremedik, çözemedik. Topçusu da olmadığı halde. Yunan cephesini akşam karanlık basıncaya kadar çözemedik.

         O gece bir muharebe meydanından Şuhut'a [günümüzde Afyonkarahisar’ın bir İlçesi| döndük. Gece Nurettin Paşa dan aldığım raporda, düşmanın geri çekilmekte olduğuna dair, daha doğrusu düşmanın geri çekilmekte olduğunun hissedildiğine ve takip olunduğuna dair bilgi veriliyordu. Heyecanla durmadan bekledik. Sabaha kadar, düşman hatları çözüldü ve bizimkiler düşman mevzilerini işgal ettiler, şafakla beraber Afyon a girilecek ümidine kapıldık. Böyle bir durum ortaya çıkmıştı. Gelen raporlar bu havayı veriyordu. Biz Afyon'a girmeye kalktık.

         Taarruzun ilk günü düşman cephesi yanlamamıştı. Bazı önemli (epeleri ele geçirebildik. Süvari Kolordu muz düşman gerilerine sarktı ve asıl neticeyi almak 27 Ağustos’a kaldı. 27 Ağustos günü Tınaztepe, Çekiltepe şiddetli muharebelerle işgal edildi. Yunan ordusunu bozmuştuk. Mevzilerini terk eden Yunanlar. Sincanlı Ovası'na düştü. Afyon'u işgal ettik. Süvari Kolordu muz cephedeki yarma hareketinin başarılı olduğunu görerek çevirme hareketini genişletti.

 

30 AĞUSTOSTA MEYDAN MUHAREBESİ BAŞLADI

 

         Sabaha karşı, ertesi günkü muharebeler için kararlaştırdığımız tarzda cephe emrini verdim. 30 Ağustos meydan muharebesi başladı. Bugünkü muharebede düşman kuvvetlerinin büyük kısmı tamamıyla imha edildi. Çevrilmiş olan düşman kuvvetlerinden döküntü halinde birtakım dağınık kıtalar İzmir’e doğru yol boyunca kaçıyordu. Başkumandan “Muharebeyi kazandık,” dedi. Ben, Başkumandan ve Fevzi Paşa, zannediyorum Çal köyü civarında bir köyün avlusunda buluştuk. Bir kağnı arabasının üzerinde ilişmiş olarak oturuyoruz. Elimizde haritalar.

         3 Eylül günü hatırladığıma göre, sabah saatlerinden birinde, bir adam zannediyorum bir köy imamıydı, koşa koşa yanımıza geldi." Düşman geliyor diye bağırıyordu. Hangi düşman, nereden geliyor? Adam, aklını kaçırmış gibi bir etki yaptı bizde. Bağırdık, çağırdık. Adamı susturmaya uğraşıyoruz. Birazdan vaziyet anlaşıldı. 30 Ağustos Başkumandanlık Muharebesi meydanından kurtulabilmiş olan döküntüler bir yerde toplanmışlar ve Uşak yakınına kadar geldikleri zaman, bizim o civara sevk edilen 5. ve 23. Tümenlere teslim olmuşlar. Baktık, hakikaten üç-beş bin kişilik bir düşman kafilesi Uşak’a gelmiş. Fakat başlarında bizim bir tümen kumandanımız var Onları Uşak’a getiriyor. Koşa koşa gelerek bize verilen haber bu imiş.

         Esirler arasında Yunan Kolordusu Kumandam General Trikopis, 2. Kolordu Kumandanı General Diyenis ile yüksek rütbeli birçok kumandan da vardı. Esir kumandan ve subayların sayısı yüzden fazlaydı. Generalleri bana getirdiler. Gayet yorgun bir haldeydiler. Dudakları şişmiş, çay ikram ettim, “Beraber çay içelim,” dedim. Çay içecek halleri yoktu, içemiyorlardı. Kendilerine arkadaşça, iyi muamele ettik. Hep beraber oturduk, muharebeden bahsettik. Kendilerinin iyi muharebe ettiklerini, talihin yaver olmadığını söyledim. “Arkadaşça konuşalım,” dedim. Muharebenin başından beri, buraya gelinceye kadar, düşmanın muhtemel hareketlerine dair zihnimden geçen ve yapmasını tahmin ettiğim teşebbüsleri birer birer Trikopis’e anlattım. Trikopis ve Diyenis ile muharebe safhalarını uzun uzadıya konuştuk, münakaşa ettik. Şimdi, bunları anlatmadan önce, esir generalleri Başkumandana nasıl götürdüğümü hikâye edeceğim. Konuşmalarımız bitince palaskamı, kılıcımı taktım. Kendilerine, “Sizi resmî vaziyetimle Başkumandana takdim edeceğim,” dedim. Onları aldım, Başkumandanın huzuruna götürdüm. Atatürk çok onurlu davrandı. Onlarla konuştu, teselli etti. Kendileri çok duygulandılar.

         General Trikopis ile muharebe hakkında konuşmaya ilk günden başladım. Bu konuşmaları aklımda kaldığı kadarı ile anlatıyorum. Kendisine sordum:

“Muharebenin başladığı ilk günü topçu ateşini niçin çabuk kestiniz?” Biz, günün ortasından itibaren yalnız başımıza topçumuzu kullandık tesir ettik. Biz cephenizi dövüyorduk ve siz mukabele etmiyordunuz. Halbuki henüz daha geri çekilmeye karar vermemiştiniz. Çünkü piyadeniz gayet sert duruyordu.”

         “Ben topçu subayıyım” dedi. “Soruşturdum, siz de topçu subayıymışsınız. Bataryalarımız ilk saatten sonra ateş edemez hale geldiler.

         “Nasıl oldu?”

         "Bataryaların gözetleme noktaları çok ileride seçilmişti. Gözetleme noktaları ile bataryalar kablo ile birbirine bağlı idiler. Oradan kumanda ediliyordu. Sizin topçu ateşiniz o kadar şiddetli ve düzenli başladı ki, kendi toplarımızı isabetle kullanalım diye çok ileriye sürdüğümüz gözetleme mevkilerinin hepsi düştü, tahrip oldu. Toplar, içinde mermi olduğu halde duruyor, fakat kumanda eden adam yok. Gözetleme mevkilerindeki subay ve erlerin bir kısmı öldü, telefon kabloları koptu ve bu suretle ateş edemez hale geldik.”

         Ben bunu topçu mektebinin bir yıldönümünde topçu ve piyade muharebeleri arasındaki münasebet diye anlattım. O zamanın vasıtalarına göre kumandanların doğrudan doğruya çok uzakta gözetleme mevkilerinde bulunmasının faydalarının ve sakıncalarının tartışıldığı bir meseledir bu. Bizim Büyük Taarruzda Yunan ordusu topçu gözetleme mevkilerini ileride kurmakla, fayda değil, büyük zarar görmüştür.

         General Trikopis’e sordum: “Peki, bunu anladım,” dedim. “Biz Akşehir’e yan dönmüş vaziyette taarruz ediyoruz. Niçin Akşehir istikametine bir taarruz yapmadınız?” Trikopis, “Süvariniz arkamıza düştü. Telaş ettik,” diye cevap verdi.

         Böyle hareketlerde Fahrettin Altay’ın az bulunan bir kabiliyeti vardır.

Hiç tahmin edilmeyen dağlık arazide geçitlerden süvari tümenlerini hiç kimseye duyurmadan kuzeye geçirdi ve düşmanın arkasında cirit atmaya başladı. Sadece görünüşü, düşman kumandanlarının aklını da bütün tertiplerini de altüst etti. Nitekim Trikopis, anlattığına göre, bizim süvarimizi arkalarında görünce, tertip almaya teşebbüs bile edememiş, böyle bir şeye imkân olmadığı kanaatine varmış. Trikopis’e bundan sonra ne kadar kuvvetle muharebe ettiğini ne kadar takviye aldığını, niçin mukavemet edemediğini sordum. Bana dedi ki: “Kendi kuvvetlerimle muharebe ettim. Biraz takviye kuvveti aldım ama, parça parça ve geç geldi, işe yarar bir takviye kuvveti alamadım.” “Niçin?” diye sordum. Yanında duran İhtiyat Kolordu Kumandanı General Diyenis’i göstererek, “Buna sorun, arkadaşım bana yardım etmedi' dedi. Ben bu defa Diyenis’e dönerek sordum: "Niçin vardım etmediniz?” General Diyenis, kendi açısından niçin vardım etmediğini şöyle anlattı “Nasıl yardım edecektim? Ben de taarruza maruz kaldım, Taarruz benim cephede de aynı şiddetle oldu. Bütün mevzilerim düştü. Evvela kendi vaziyetimi kurtarmaya çalıştım. Benim aldığım emir oraları muhafaza etmekti. Bu sebeple emrimdeki kuvvetlerle cephemi takviye ettim ve karşı taarruzla sizin kuvvetleriniz püskürttüm, mevzilerimi geri aldım.”

 

ŞİMDİ UŞAKTAYIZ

Şimdi Uşak'tayız. İzmir'e doğru harekete devam edeceğiz. Her taraf yanıyor.

 

                                                         İsmet İnönü

 

************************************************************************

 

 

Arkadaşlar, Mustafa Kemal Paşa’dır

 

          Ordumuz muzaffer olarak İzmir'e doğru yürüyüşüne devam ederken biz de orduyu çok yakından takip ediyorduk. Nif [günümüzdeki ismi Kemalpaşa’dır.! kasabası yakınlarında bir köyün önünden geçerken köylülerde yolun kenarına çıkmışlar, gelen askerleri seyrediyorlardı. İsteyenlere su vermek için de yanlarında ve ellerinde testiler ve bakraçlar vardı. Otomobilimiz tam onların yanına geldiği zaman tevakkuf etmeye [biraz durmaya) mecbur olduk. Çünkü önümüzü ve yolumuzu bir nakliye kolu kapatmıştı. Yolun açılmasını beklerken Paşa tabakasından çıkardığı sigarasını yakmak için gözündeki toz gözlüklerini alnının üzerine kaldırdığı zaman, köylülerin arasında bulunan orta yaşlı bir adam, dikkati çekecek kadar bir hal ve vaziyetle otomobile doğru gelmeye ve Paşa’nın yüzüne dikkatle bakmaya başladı. Ben kendisinden şüphelendim.

         Fakat ona bir şey hissettirmeyerek harekâtını takip ediyordum. Otomobilin yanına yaklaştı ve elini cebine soktu. Bir kartpostal çıkardı. Evvela karta, sonra da Paşa’nın yüzüne baktı. Birkaç defa aynı şeyi yaptıktan sonra titrek bir sesle yolun kenarındaki köylülere hitaben, “Arkadaşlar, Mustafa Kemal Paşa’dır" dedi ve parmağıyla da evvela kartı, sonra da Paşa'yı göstererek, “Bu, sensin!” dedi.

         O zaman gösterdiği karta baktım. Paşa’nın fotoğrafı olduğunu görünce şaşırdım. Çünkü kartı nereden bulup sakladığını bilmiyordum. Köylüler Mustafa Kemal Paşa olduğunu anlayınca otomobile âdeta hücum eder gibi koştular. Kimisi neredeyse ayağının tozunu yüzüne gözüne sürüyor, kimisi pelerininin yakasını öpüyor, kimisi de ayaklarına kapanarak hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu manzara ve köylülerin bu hali beni de ağlatmıştı. Güçlükle oradan kurtularak

Yolumuza devam edebildik…

                                                         Salih Bozok

 

Salih Bozok kimdir.

 

1881 yılında Selanik'te doğdu. Ço­cukluk arkadaşı Mustafa Kemal'in uzaktan akrabası ve Nuri Conker’in de kuzenidir, Selanik Askerî Rüştiyesini ve İdadisini bitirdikten sonra İstanbul Harp Okuluna devam etti. I903'te Harp Okulu'ndan teğmen rütbesiyle diploma aldı. II.

Abdülhamit’in muhafızlığını yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal, Suriye Cephesinde onu başyaveri yaptı. Mondros Mütare­kesinden sonra Enver Paşa ona haber vermeden kendisini asker­likten emekli etti. 1920 Yılında yeniden Mustafa Kemal’in başyaveri olarak milli mücadeleye katıldı ve savaşın sonunda İstiklal Madalyası aldı. Savaştan sonra millet Vekilliği yaptı. Sır sahibi olarak bilinirdi. Bu özelliği hatıralarına da yansımıştır. Salih Bozok, Atatürk’ün ölümünün hemen ardından silahını göğsüne dayayıp ateş etmiştir fakat hayatta kalmıştır. 1941 de öldüğünde gazetelerde “Salih Ata’sına kavuştu” manşeti atılmıştır.

************************************************************************

                                                                                   

                                                                                   Serendip Altındal

Özün Kişiliğindir..

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com