Enflasyon ve kiraların fazlalığından
söz eden Erkan’ın azledilmesinden sonra yine bir USA menşeli Karahan’ın MB’nin
başına getirilmesi; USA & NATO bileşkeli, Siyonist, Anglosakson, Liberal
emperyalist bir siyasetin, ülkemin yakasından; AKP ve Cumhur ittifakının sonuna
kadar da düşmeyeceğinin çok açık bir ifadesidir. Aynı paralelde; yapay
depremlerle, özellikle hudut bölgelerinde yaşlı ve deneyimli nüfusun telef
edilmesi, çocukların ve seçilen gençlerin kaçırılması, iyice içinden çıkılamaz hale
gelen milli eğitim paradoksunun çocuklarımızı esir alması, içimize sokulan provokatör
teröristlerin, uyuşturucu tacirlerinin artan faaliyetleri.
BOP Eşbaşkanının birdenbire artan şeriat resitalleri,
yarın USA’ya göçecek olan birilerinin Dolar stoklarını arttırmak üzere; 20
yıldır sistemli olarak arttırdıkları devalüasyon, yaygın hale getirilen hastalıklarla,
bilhassa da aydın eski tüfeklerin telef edilmekte olması gibi, daha birçok
ayrıntılarda üstüne konulduğunda, ülkemize kılavuz olmayı kafasına koymuş BOP tasarımcılarının
giderek çoğalan icraatları, kendiliğinden ve yadsınamaz bir şekilde ortaya çıkmıştır.
İçimizdeki dış kökenli yaygaracılar hala ‘ne alaka’ deyip dursunlar.
Şimdi yukarıda okuduklarınızı da bir
araya getirdiğimizde sakın siz de ne alaka demeyin Sayın okurlar, zira hepsi
bir arada kaotik durumu tamamlayarak, üç boyutlu resmimizi ancak
oluşturabiliyor. Bir de hepsinin üstüne, genel seçimlerde yapılan ve şimdi daha
da elzem hale gelen yerel seçimler manipülasyonuyla, bilhassa metropollerimizin
de İktidar Partisinin eline geçmesi planlanıyorsa, bütün bunlara karşın milli
muhalefet nasıl çözüm üretiyor veya üretecek? İşte bu soru artık her şeyin
üstünde anlam kazanıyor. Yazık, ne hale geldi ve de hala getiriliyor ülkemiz. Veya
şimdi yeniden asla gerçekleşmeyecek mucizeleri mi bekleme dönemine girecek
milletimiz diye sorsanıza!
Oysa
hesap bellidir, yani sömürgecilerin biz istemesek de bu gidişle ve aynı kafayla
kaldıkça, bizden yine istediklerini alacakları kesindir. Şimdi, kökü dışarıda olan
yaygaracıların istediği gibi siyaset yapmak değil; ama Atatürk’ün de ifade
ettiği gibi, milli ittifakla icraat yapma zamanıdır. Çünkü ülkemiz o zaman da
olduğu gibi tekrar elden gitmek üzeredir. Ve milletimizin artık siyasete bile ayıracak
zamanı kalmamıştır.
Hatay
ve çevresinin yapay depremlerle yerle bir edilen ve üstünden verilen vaatlere
rağmen hiçbir şey yapılmadan bir yıl daha geçti. Yerel seçimler arifesiyle
tekrar o bölgede AKP eşrafı, Başkanlarının yine ve yeni seçim şartlı vaatleriyle
kendini gösterdi. Sütten ağızları fena halde yanan depremzedelerin, artık yoğurdu
üfleyerek yiyip yemeyeceklerini zaman gösterecek. Deprem bölgelerinin sefil
insan manzaralarını izlerken, Âdemoğlu iyi ki Allah’ı yaratmış da ansız Şeytanlardan
hala medet uman bu insanlara, ‘Allah sizi kurtarsın’ diyebilmenin en azından
gafletini yaşayabilerek, hiç olmazsa kendimizi biraz avutabiliyoruz.
Bu
arada emperyalist hizmetkârı BM, insan haklarını savundukça Gazze’den fazla umutvar
olmayın. Çünkü artık sonları yakın olan adamların, biraz daha ayakta kalabilmek
için Ortadoğu’yu paylaşmak gibi sonu gelmez menfaatleri yüzünden, “tavşana kaç
tazıya kovala” demekten başka da bir iş yaptıkları yok nasılsa! Unutmadan, Gökhan
Zan adlı bir kartalı da kutlamak lazım. Çünkü Atatürk’e layık bir sporcu ve
helal süt emmiş bir vatan evladı olarak, şimdilerde kendisine de bulaşan ve eski
işini kaybederek yeni iş arayan bir Şeytanı, anlayacağı dilden cevapladığı için!
Çok sağ ol ve kendine iyi bak sevgili Gökhan.
Aşağıda
derlediğim alıntıların; mutlaka okunması gereken yine bazı önemli eklerini,
kaynağın (Hatıratlarla Karşılaştırılmalı NUTUK) son sayfasını bitirinceye kadar
da paylaşmaya devam edeceğim. Ki fazla da bir şey kalmadı artık.
§
BÜYÜK TAARRUZ NEDİR?
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa,26 Ağustos 1922 tarihinde gizlice büyük
Taarruza hazırlık emri verdi. Eldeki kuvvetlerin tamamına yakını Afyon Konya
demiryolunun güneyine kaydırıldı. Eskişehir-An- kara istikameti boş bırakıldı.
26 Ağustos sabahı Türk topçusunun ateşiyle Kocatepe'den taarruz başladı. Türk
topçusunun başarılı atışlarının ardından piyadeler saldırıya geçti ve 26-27
Ağustos gecesi Yunan mevzilerinin büyük çoğunluğunu ele geçirdi.
27 Ağustos günü Türk ordusu Afyon'a girdi. Yunan ordusu
Dumlupınar’a çekildi ancak
29 Ağustos günü Türk ordusu tarafından kuşatıldı. 30 Ağustos 1922
tarihinde Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak bilinen savaşla
Yunan kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha edildi, kalanlar Uşak yönüne doğru
kaçmaya başladı. Büyük Taarruz olarak adlandırılan bu dört günlük hücumların
ardından Türk ordusu takibi bırakmayarak düşmana tutunma fırsatı vermedi ve
İzmir'e kadar ilerledi. Büyük Taarruz sonunda imzalanan uluslararası
antlaşmalarla Türk Devleti’nin bağımsızlığı ve egemenliği tüm dünya tarafından
tanındı.
Çay Ziyafeti Yerine Saldırı
Afyon taarruzundan on beş gün önce Gazi M.
Kemal Paşa taarruza hazırlık emrini vermek ve kumandanlarla bizzat görüşmek
üzere Akşehir’de bulunan Batı Cephesi’ne gitmişti.
Trenden Biçer İstasyonu’nda inmiş, otomobille Sivrihisar üzerinden
Akşehir’e gidiyorduk. Trenden inip otomobile bindiğimiz zaman M. Kemal Paşa derin
bir nefes aldılar. Kendilerine, “Rahatsız mısınız Paşam?” dedim. “Değilim,”
dediler.
“O halde bir şey düşünüyorsunuz galiba?” deyince şunu söylediler:
“Düşündüğümü uygulayacak zamana sahip olursam dünyanın gözlerini kamaştıracak
bir askeri manzara meydana gelecektir.”
Paşa’nın bu cevabı üzerine
mühim kararlar ve mühim hadiseler arifesinde olduğumuzu anladım. Nitekim
Akşehir’e varışımızın ertesi günü İsmet Paşa’nın karargâhında bütün kumandanlar
toplanarak on beş gün sonra Afyon Cephesi’ne taarruz etmeye karar verildiğini öğrendim.
Akşehir’de çok
kalmadık. Birkaç gün sonra Ankara’ya döndük. Ve on beş gün sonra da taarruzda
bulunmak üzere bir gece yarısı Çankaya’dan otomobillerle Konya’ya ve oradan da
Akşehir’e hareket ettik. Fakat bu hareketimiz iki gün kadar gizli tutuldu. Ve o
günlerde bunun gizli kalabilmesi için M. Kemal Paşa tarafından güya Çankaya’da
bir çay ziyafet i verileceği duyurulup yayılmıştı ki, sonradan bunun bir
manevra olduğu gazetelerde yazılmıştı.
Yapılan taarruzun neticesiyle de hakikaten Paşa’nın
on beş gün otomobilde bana söyledikleri gibi dünyanın gözlerini kamaştıracak
bir “askeri manzara" meydana gelmiştir. Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Zaferi
bütün ayrıntısıyla bilindiği için, o günleri uzun uzun anlatmayacağım.
Salih
Bozok
************************************************************************
Biz
Mütemadiyen Dövüyoruz
Erkenden
tıraş oldum. Şafakla beraber 26 Ağustos’ta muharebeye başladık. Aynı saatte
bütün cephede, 1’inci Ordu, 2’inci Ordu cephelerinde muharebe oluyor. Muharebe
çok mükemmel hazırlanmış bir topçu ateşi ile başladı. Daha topçu ateşi
muharebesi zamanında, bir taraftan da piyade ileri harekete geçti. Topçu ateşi
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’mın çok hoşuna gitmişti. Bana, topçunun iyi
hazırlanmış olduğundan çok memnun kaldığını muharebe meydanında tekrar tekrar
söylemiştir. 0 gün akşama kadar bizim taarruzumuz, Afyon’un kuzeyinde ve güneyinde
düşmanı yakından baskı altında bulundurmakla geçti. Düşman siperler içinde ve
tamamen tel örgü ile çevrilmiş bir halde. Sol kanadımızı oluşturan Dumlupınar
Cephesi’ni uzaktan görüyoruz. Orada birçok ileri geri hareketler oluyor.
Cephenin bu kısmında İzzettin Paşa bulunuyordu. Nurettin Paşa da ordu karargâhı
ile orada, iki taraflı olarak gözlemliyoruz. Topçu ateşini, muharebenin idaresini
ve ordu kumandanının tertiplerini yakından görüyor, takip ediyoruz.
Topçu
ateşinin başlamasından birkaç saat sonra piyadelerimiz yanaştı, l’inci Ordu
cephesinde, bizim muharebeyi idare ettiğimiz ve netice alacağımız yerdi topçu
ateşi başladığı zaman Yunan topçusu da muharebe ediyordu. Bu birkaç saatlik
muharebeden sonra Yunan topçusu sustu. Düşman topçu ateşi tamamıyla kesilmişti.
Bu andan itibaren yalnız biz ateş ediyoruz. Düşman siperlerini, tel örgülerini
dövüyoruz.
Taarruzun İlk günü ve İlk saatleri. Biz mütemadiyen dövüyoruz,
düşman topçusu cevap vermiyor Bir türlü anlam veremiyoruz. Düşman topçu
ateşinin böylesine kesilmesi, bizde geri çekilmeye kurar verme etkisi yaptı.
Taarruzun şiddetini artırdık cepheyi zorladık, fakat son derece direniyorlar. Düşman piyadesinde hiç geri
çekilecek bir hal yok. Gayet çetin ve inatçı olarak sebat ediyor. Bir seneden
beri hazırlanmışlar.
Tel Örgüleri var, çeşitli
engeller var Muhtelif yerlerde hücum etmek için teşebbüsler yaptık. Düşman inadına
yerinde duruyor ve kıpırdamıyordu. Hiçbir yerde düşman hatlarını söktüremedik,
çözemedik. Topçusu da olmadığı halde. Yunan cephesini akşam karanlık basıncaya
kadar çözemedik.
O gece bir muharebe meydanından Şuhut'a [günümüzde
Afyonkarahisar’ın bir İlçesi| döndük. Gece Nurettin Paşa dan aldığım raporda,
düşmanın geri çekilmekte olduğuna dair, daha doğrusu düşmanın geri çekilmekte
olduğunun hissedildiğine ve takip olunduğuna dair bilgi veriliyordu. Heyecanla
durmadan bekledik. Sabaha kadar, düşman hatları çözüldü ve bizimkiler düşman
mevzilerini işgal ettiler, şafakla beraber Afyon a girilecek ümidine kapıldık.
Böyle bir durum ortaya çıkmıştı. Gelen raporlar bu havayı veriyordu. Biz
Afyon'a girmeye kalktık.
Taarruzun ilk günü düşman cephesi yanlamamıştı. Bazı önemli
(epeleri ele geçirebildik. Süvari Kolordu muz düşman gerilerine sarktı ve asıl
neticeyi almak 27 Ağustos’a kaldı. 27 Ağustos günü
Tınaztepe, Çekiltepe şiddetli muharebelerle işgal edildi. Yunan ordusunu
bozmuştuk. Mevzilerini terk eden Yunanlar. Sincanlı Ovası'na düştü. Afyon'u
işgal ettik. Süvari Kolordu muz cephedeki yarma hareketinin başarılı olduğunu
görerek çevirme hareketini genişletti.
30 AĞUSTOSTA MEYDAN
MUHAREBESİ BAŞLADI
Sabaha karşı, ertesi günkü muharebeler için kararlaştırdığımız
tarzda cephe emrini verdim. 30 Ağustos meydan muharebesi başladı. Bugünkü
muharebede düşman kuvvetlerinin büyük kısmı tamamıyla imha edildi. Çevrilmiş
olan düşman kuvvetlerinden döküntü halinde birtakım dağınık kıtalar İzmir’e
doğru yol boyunca kaçıyordu. Başkumandan “Muharebeyi kazandık,” dedi. Ben, Başkumandan
ve Fevzi Paşa, zannediyorum Çal köyü civarında bir köyün avlusunda buluştuk.
Bir kağnı arabasının üzerinde ilişmiş olarak oturuyoruz. Elimizde haritalar.
Esirler
arasında Yunan Kolordusu Kumandam General Trikopis, 2. Kolordu
Kumandanı General Diyenis ile yüksek rütbeli birçok kumandan da vardı. Esir
kumandan ve subayların sayısı yüzden fazlaydı. Generalleri bana getirdiler.
Gayet yorgun bir haldeydiler. Dudakları şişmiş, çay ikram ettim, “Beraber çay
içelim,” dedim. Çay içecek halleri yoktu, içemiyorlardı. Kendilerine arkadaşça,
iyi muamele ettik. Hep beraber oturduk, muharebeden bahsettik. Kendilerinin iyi
muharebe ettiklerini, talihin yaver olmadığını söyledim. “Arkadaşça konuşalım,”
dedim. Muharebenin başından beri, buraya gelinceye kadar, düşmanın muhtemel
hareketlerine dair zihnimden geçen ve yapmasını tahmin ettiğim teşebbüsleri
birer birer Trikopis’e anlattım. Trikopis ve Diyenis ile muharebe safhalarını
uzun uzadıya konuştuk, münakaşa ettik. Şimdi, bunları anlatmadan önce, esir
generalleri Başkumandana nasıl götürdüğümü hikâye edeceğim. Konuşmalarımız
bitince palaskamı, kılıcımı taktım. Kendilerine, “Sizi resmî vaziyetimle
Başkumandana takdim edeceğim,” dedim. Onları aldım, Başkumandanın huzuruna
götürdüm. Atatürk çok onurlu davrandı. Onlarla konuştu, teselli etti. Kendileri
çok duygulandılar.
General
Trikopis ile muharebe hakkında konuşmaya ilk
günden başladım. Bu konuşmaları aklımda
kaldığı kadarı ile anlatıyorum. Kendisine
sordum:
“Muharebenin başladığı ilk günü topçu ateşini niçin çabuk kestiniz?” Biz, günün ortasından itibaren yalnız
başımıza topçumuzu kullandık tesir ettik. Biz cephenizi dövüyorduk ve siz
mukabele etmiyordunuz. Halbuki henüz daha geri çekilmeye karar vermemiştiniz.
Çünkü piyadeniz gayet sert duruyordu.”
“Ben topçu
subayıyım” dedi. “Soruşturdum, siz de topçu subayıymışsınız. Bataryalarımız ilk
saatten sonra ateş edemez hale geldiler.
“Nasıl oldu?”
"Bataryaların gözetleme noktaları çok ileride
seçilmişti. Gözetleme noktaları ile bataryalar kablo ile birbirine bağlı
idiler. Oradan kumanda ediliyordu. Sizin topçu ateşiniz o kadar şiddetli ve
düzenli başladı ki, kendi toplarımızı isabetle kullanalım diye çok ileriye
sürdüğümüz gözetleme mevkilerinin hepsi düştü, tahrip oldu. Toplar, içinde
mermi olduğu halde duruyor, fakat kumanda eden adam yok. Gözetleme
mevkilerindeki subay ve erlerin bir kısmı öldü, telefon kabloları koptu ve bu
suretle ateş edemez hale geldik.”
Ben bunu topçu mektebinin bir yıldönümünde topçu ve piyade
muharebeleri arasındaki münasebet diye anlattım. O zamanın vasıtalarına göre
kumandanların doğrudan doğruya çok uzakta gözetleme mevkilerinde bulunmasının
faydalarının ve sakıncalarının tartışıldığı bir meseledir bu. Bizim Büyük
Taarruzda Yunan ordusu topçu gözetleme mevkilerini ileride kurmakla, fayda
değil, büyük zarar görmüştür.
General Trikopis’e sordum: “Peki, bunu anladım,” dedim. “Biz
Akşehir’e yan dönmüş vaziyette taarruz ediyoruz. Niçin Akşehir istikametine bir
taarruz yapmadınız?” Trikopis, “Süvariniz arkamıza düştü. Telaş ettik,” diye
cevap verdi.
Böyle hareketlerde Fahrettin Altay’ın az bulunan bir
kabiliyeti vardır.
Hiç tahmin edilmeyen dağlık
arazide geçitlerden süvari tümenlerini hiç kimseye duyurmadan kuzeye geçirdi ve
düşmanın arkasında cirit atmaya başladı. Sadece görünüşü, düşman kumandanlarının
aklını da bütün tertiplerini de altüst etti. Nitekim Trikopis, anlattığına
göre, bizim süvarimizi arkalarında görünce, tertip almaya teşebbüs bile
edememiş, böyle bir şeye imkân olmadığı kanaatine varmış. Trikopis’e bundan sonra
ne kadar kuvvetle muharebe ettiğini ne kadar takviye aldığını, niçin mukavemet
edemediğini sordum. Bana dedi ki: “Kendi kuvvetlerimle muharebe ettim. Biraz
takviye kuvveti aldım ama, parça parça ve geç geldi, işe yarar bir takviye
kuvveti alamadım.” “Niçin?” diye sordum. Yanında duran İhtiyat Kolordu Kumandanı
General Diyenis’i göstererek, “Buna sorun, arkadaşım bana
yardım etmedi' dedi. Ben bu defa Diyenis’e dönerek sordum: "Niçin vardım
etmediniz?” General Diyenis, kendi açısından niçin vardım etmediğini şöyle
anlattı “Nasıl yardım edecektim? Ben de taarruza maruz kaldım, Taarruz benim
cephede de aynı şiddetle oldu. Bütün mevzilerim düştü. Evvela kendi vaziyetimi
kurtarmaya çalıştım. Benim aldığım emir oraları muhafaza etmekti. Bu sebeple
emrimdeki kuvvetlerle cephemi takviye ettim ve karşı taarruzla sizin
kuvvetleriniz püskürttüm, mevzilerimi geri aldım.”
ŞİMDİ UŞAKTAYIZ
Şimdi Uşak'tayız. İzmir'e doğru harekete devam edeceğiz. Her taraf
yanıyor.
İsmet
İnönü
************************************************************************
Arkadaşlar, Mustafa Kemal Paşa’dır
Ordumuz muzaffer olarak İzmir'e doğru yürüyüşüne devam
ederken biz de orduyu çok yakından takip ediyorduk. Nif [günümüzdeki ismi Kemalpaşa’dır.!
kasabası yakınlarında bir köyün önünden geçerken köylülerde yolun kenarına
çıkmışlar, gelen askerleri seyrediyorlardı. İsteyenlere su vermek için de
yanlarında ve ellerinde testiler ve bakraçlar vardı. Otomobilimiz tam onların
yanına geldiği zaman tevakkuf etmeye [biraz durmaya) mecbur olduk. Çünkü önümüzü
ve yolumuzu bir nakliye kolu kapatmıştı. Yolun açılmasını beklerken Paşa
tabakasından çıkardığı sigarasını yakmak için gözündeki toz gözlüklerini
alnının üzerine kaldırdığı zaman, köylülerin arasında bulunan orta yaşlı bir
adam, dikkati çekecek kadar bir hal ve vaziyetle otomobile doğru gelmeye ve
Paşa’nın yüzüne dikkatle bakmaya başladı. Ben kendisinden şüphelendim.
Fakat ona bir şey
hissettirmeyerek harekâtını takip ediyordum. Otomobilin yanına yaklaştı ve
elini cebine soktu. Bir kartpostal çıkardı. Evvela karta, sonra da Paşa’nın yüzüne
baktı. Birkaç defa aynı şeyi yaptıktan sonra titrek bir sesle yolun kenarındaki
köylülere hitaben, “Arkadaşlar, Mustafa Kemal Paşa’dır" dedi ve parmağıyla
da evvela kartı, sonra da Paşa'yı göstererek, “Bu, sensin!” dedi.
O zaman gösterdiği
karta baktım. Paşa’nın fotoğrafı olduğunu görünce şaşırdım. Çünkü kartı nereden
bulup sakladığını bilmiyordum. Köylüler Mustafa Kemal Paşa olduğunu anlayınca
otomobile âdeta hücum eder gibi koştular. Kimisi neredeyse ayağının tozunu
yüzüne gözüne sürüyor, kimisi pelerininin yakasını öpüyor, kimisi de ayaklarına
kapanarak hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu manzara ve köylülerin bu hali beni de
ağlatmıştı. Güçlükle oradan kurtularak
Yolumuza devam edebildik…
Salih Bozok
Salih Bozok kimdir.
1881 yılında Selanik'te doğdu. Çocukluk arkadaşı Mustafa Kemal'in
uzaktan akrabası ve Nuri Conker’in de kuzenidir, Selanik Askerî Rüştiyesini ve
İdadisini bitirdikten sonra İstanbul Harp Okuluna devam etti. I903'te Harp
Okulu'ndan teğmen rütbesiyle diploma aldı. II.
Abdülhamit’in muhafızlığını yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında
Mustafa Kemal, Suriye Cephesinde onu başyaveri yaptı. Mondros Mütarekesinden
sonra Enver Paşa ona haber vermeden kendisini askerlikten emekli etti. 1920
Yılında yeniden Mustafa Kemal’in başyaveri olarak milli mücadeleye katıldı ve
savaşın sonunda İstiklal Madalyası aldı. Savaştan sonra millet Vekilliği yaptı.
Sır sahibi olarak bilinirdi. Bu özelliği hatıralarına da yansımıştır. Salih
Bozok, Atatürk’ün ölümünün hemen ardından silahını göğsüne dayayıp ateş etmiştir
fakat hayatta kalmıştır. 1941 de öldüğünde gazetelerde “Salih Ata’sına kavuştu”
manşeti atılmıştır.
************************************************************************
Serendip Altındal
Özün Kişiliğindir..
Özün Kişiliğinin Aynasıdır
(Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com