Blog Arşivi

15 Ocak 2024 Pazartesi

ÖZERKLİK ÜZERİNE..

 



           Atalay davasında Anayasa Mahkemesinin iki defa açıkça ihlal edilmesiyle kendi Totaliter darbelerini ilan edenler, Türkiye Cumhuriyeti halkıyla artık hesaplaşmak üzere nihayet yola çıktılar. Yerel seçimler yaklaşırken özellikle İstanbul gibi bir Dünya şehrinin, yapılmaları acilen gereken hazırlanmış bütün yerüstü ve yeraltı projeleri, sadece bir imza beklerken, İmamoğlu’nun bu mealdeki haklı serzenişleri milletin kalbini sızlatmaktadır. Çünkü bilhassa da acil çözüm isteyen ve kredileri de hazır olan ağırlıklı Metro projelerinin İmamoğlu ifadesiyle tamamlanması, sadece bir imzaya ihtiyaç duyarken ve İstanbul’un içinden çıkılamaz trafiğini adeta bir sihirli değnek gibi ortadan kaldıracağı da açıkça görülüyorken, gösterilen bu duyarsızlığın, Devlet yönetiminin hangi kategorisine uyabileceğini kim söyleyebilir ki?

 

            Nedeniyle de mevcut oligarşik iktidarın, sadece kendi çıkarlarının devamlılığını düşündüğü bir ülkede, aslında Devlet içinde Devlet olma konumunda gelişmiş İstanbul’un, Ulusal Cumhuriyet Devletinin bölünemez milli müktesebatı içinde; ama mevcut ve olması gereken bütün uygar projelerini kendi Belediye Başkanının imzasıyla gerçekleştirebileceği yerel ve özgür bir yönetime yani tek adam imzası gerektirmeyen bir milli Meclis iradesinin yeterliliğine olan ihtiyacı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Çevreye bakıldığında bütün kalkınmış uygar Devletlerin temel yapılarında var olan yerel özerkliklerin, nasıl ve Ulus Devletlerinin yapısını bozmadan hangi noktalara kadar olabilirliği de analiz edilmelidir. Ulus Devlet içinde sınırları muhafaza eden ve milli misaka asla bulaşmayan bir yerel veya bölge yönetimi özerkliği herhalde en uygun olanıdır. Zira totaliter bir tek adam yönetiminde, İktidar muhalifi yerel yöneticilerin ve uygarca yaşayabilmek için imza bekleyen yerleşik halklara, inatla çektirilen tarifsiz sıkıntılar asla göz ardı edilmemelidir.

 

            Bu arada Filistin katliamı bahanesiyle protesto amaçlı yapılan taşınmış ve yapay Hilafetçilerin sergilediği resme bakınca, bırakın irticayı, İslam’ın bile ne olduğunu bilmeyen ve sadece bedeli ödenmiş bir gösteriye katılan öyle tiplere rastlanıyordu ki, bununla totaliter İktidarın misyon olarak kabullendiği İslam Türkiye’si senaryosunun, bir hayli paraya da mal olmuş son perdesini seyretmiş olduğunuzu da anlamışsınızdır herhalde. Allah, utanmayan ansızları utandırsın; ama yerlerine utanmak zorunda kalanlara da acısın. Zira itibardan ödün vermek istemeyenler, bu paraları nasıl olsa ödemek zorundadırlar. Damgalı biraderler, işte bu kalpazanlıklarla uğraşırken, Özel’in bütün milli gönüldeş ve ahde vefa sahibi vatandaşlarını, 14 Ocak’ta Tandoğan meydanına çağırması, yüz binlerce yüreği ilk Tandoğan mitinginde olduğu gibi yine coşturacak ve bütün iştirakçilere acılı Adana kebabı üstüne, yine baklava yemenin lezzetini de verecekti şüphesiz.

 

Çünkü CHP artık sahaya inmiş ve başını alıp giden anti yasal başıbozukluğa, millet yumruğunu koyacaktı artık. Oysa tam da böyle düşünüyorken; yine oluşan Şehitlerimiz nedeniyle Mitingin iptal edilmesi yerine, Devletçe reklamların, diğer tuluat programlarının yasaklanması ve aslında bir Milletin uyanmasına yeniden vesile olacak Tandoğan mitinginde, Şehitlerimize de milletçe, hep birlikte rahmet okunması, daha anlamlı olmaz mıydı?

 

            AKP İktidarının artık bütün işi gücü; yerel seçimler yaftası altında, laik Cumhuriyet milletinden yeni bir irtica ümmeti yaratarak, aklınca bazı kazanımları sağlamaya çalışan yeni bir ‘beyinsizler’ veya ‘satın alınmış beyinler’ sahnesinin perdesini açmaya kalkışmak oluyor. Ancak yüz yıllık laik demokratik Cumhuriyet tecrübesinden sonra bile hala gül bahçesine, deve dikeni ekmeye kalkanlar ve Rönesans öncesinde bile emsali az bulunan bir eblehlik anlayışına kurtarıcı olarak sarılanlara, şaşkınlık mı yoksa taşkınlık mı daha uygun düşer? Sorunun cevabını size bırakıyorum Sayın okurlar. Yalnız kafalarında normal ve saygın bir akıl taşıyanların, bu soruyu nasıl cevaplandıracakları da önceden belli oluyor kuşkusuz. Ve çok iyi biliniyor ki bugün de İngilizlerle birlikte çalışan yerli muhipler, İstiklal döneminde yapamadıklarını şimdi yine İngiliz’in mihmandarlığında, USA ve AB emperyalistlerinin bileşkesinde realize etmek üzere, İstiklal Savaşı ve Lozan mağlubiyetlerinin intikamını alma senaryosunda tekrar figüranlık yapıyorlar.

 

            Yeni seçilen CHP sözcüsü Deniz Yücel ise dikkatle takip edilerek izlenmesi gereken evlatlarımızdan birisidir. Çünkü adam olacak çocuk daha önceden ışığını gösterir. Dikkati, düzgün fiziği, belagati, eğitimi, erdemli kişiliği, işlek zekâ ve hafızası ile de gelecek vadettiğini görüp anlamamak için, beyinsiz olmak gerekir. Gelecekte, bugün CHP sözcüsü olarak başladığı görevini, onun da Özel gibi CHP Başkanlığıyla ileri pozisyonlara da taşıyacağına şimdiden inanarak kendisini kutluyorum. Can Atalay’dan iki Anayasa ihlali yapacak kadar korktuklarına bakılırsa, Hatay’lı hem de TİP Partili Vekil’in, Mecliste kendilerine keseceği ağır deprem faturasının, gözlerini korkutmuş olduğu da hemen anlaşılıyor.

 

            Aşağıda, saygın ve milletçe kutsanmış büyüklerimizi tekrar anımsatmak, vatansever yürekleri de coşturmak amacıyla, İBB yayınlarından olan ‘Hatıratlarla Karşılaştırılmalı NUTUK’ kitabından, rastgele yaptığım bazı alıntıları görüşlerinize sunuyorum. Onları, imzalarıyla okurken, bugün yerlerini aldıklarını sananlarla da karşılaştırmalı mukayeseler yaparak izleyin lütfen. Aslında bu alıntılar teker teker soyutlandırılarak analiz edilmeli ve o dönemin vahim şartları, bugününkilerle de karşılaştırılarak hakkıyla değerlendirilmelidir. Çünkü böylece, çalışmaların ve alınan tedbirlerin değer ve kalitesi daha iyi anlaşılacaktır. Bu yazımın fazla uzamaması nedeniyle, burada bunu denemek istemiyor ve gerisini kendi yorumlarınıza bırakıyorum.

TRAKYA’DAKİ KOLORDUMUZUN ASKERLİK GEREKLERİNİ YAPAMAMASININ VE YURTSEVERLİK NAMUSUNU YERİNE GETİREMEMESİNİN TEK SORUMLUSU CAFER TAYYAR PAŞA’DIR

Edirne doğrultusunda ser­bestçe ilerlemekte bulunan düşman tümenine karşı, bü­tün 1. Kolordu kuvvetlerini toplayıp önlem alacak ko­mutanın, Kolordu Komutanı Muhittin Bey’in ne yaptığını bilmiyorum. Yalnız elde ettiğim bilgiye göre, Cafer Tayyar Bey kendi kuv­vetleriyle ilişki kurmayarak Havza yakınlarında atla dolaşırken düşmana tutsak olmuştur. Ondan sonra komuta ve yönetimden yoksun kalan 1. Kolordu’muz büsbütün dağıldı. Birliklerin bir kısmı tutsak oldu ve bir kısmı da Bulgaristan’a sığındı. Sonuç olarak, Trakya baştan başa Yunanların eline geçti. Ne yazık ki, 1. Kolordu komutanından milletin istediği ve beklediği sağgörünün, uyanıklığın ve özverinin belirtisini göremedik.

Efendiler, Trakya’nın özel, güç durum ve koşul içinde bulunduğu kuşkusuzdu. Ama bu özellik ve güçlükler, hiçbir zaman Trakya’daki ko­lordunun askerliğin gereklerini ve yurtseverlik ödevini yapmasına engel olamazdı. Eğer bu yapılmamış ise millet ve tarih karşısında bundan tek so­rumlu Cafer Tayyar Paşa’dır. Tarihte, bütün bir yurdu çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son avuç toprağına kadar karış karış, yiğitçesine ve namuslucasına savunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüş­tür. Türk ordusu o nitelikte bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenlerde, ko­muta edebilmek niteliği bulunsun!

Efendiler, komutanlar, askerlik görev ve gereklerini düşünürken ve uygularken, kafalarını siyasal düşüncelerin etkisi altında bulundurmaktan sakınmalıdırlar. Siyasal durumun gereklerini düşünen başka görevliler bu­lunduğunu unutmamalıdırlar.

Komutanların, emirlerine verilen millet çocuklarını ülke araçlarını düş­mana, ölüme sürerken düşünecekleri tek nokta; milletin kendilerinden bek­lediği yurt görevini ateşle, süngü ile ve ölümle yapmak ve sonuçlandırmaktır.

Askerlik görevi ancak bu anlayış ve İnançla yapılabilir. Ufla, siyasetle, düş­manın aldatıcı sözlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Komu­tanlık görev ve sorumluluğunu yüklenecek kadar omuzlarında ve özellikle kafasında güç bulunmayanların acı sonuçlarla karşılaşmalarından kaçınılamaz.

Efendiler, bir komutanın tutsak olması da özürlü görülebilir ancak, askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulamakta elindeki kuvveti sonuna dek, son süngü ve son soluğa dek kullandıktan sonra kanını akıtmak fırsatı­nı bulamaksızın düşman eline düşerse...

Efendiler, bütün ordusu, üstün düşman ordusu karşısında yenilip kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını düşman baş­komutanının çadırına sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüş­tür.

Bir Türk komutanının ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü rastlantı ve mutsuzluk sonucu da olsa, düşmana tutsak olmasını biz özürlü görsek de tarih bunu hiç bağışlamaz ve bağışlamamalıdır. Türk devrim tari­hinin gelecek kuşaklara İleteceği sözler ve uyarılar işte budur.

Mustafa Kemal – NUTUK 


***        

Yunanlar Taarruza Geçtiler

(...| Bizim zihnimizi işgal eden mühim mesele, bu teşkilattan düzenli bir savunma teşkilatı, bir ordu çıkarmaktır. Düzenli ordularla muharebe ediyoruz ve düzenli ordularla muharebe edeceğiz. Bunun için elimizde mutlaka düzenli bir ordu bulunacaktır. Şimdi bu devre girmek üzereyiz ve teşebbüsün henüz başında bulunuyoruz. İşte bu sırada, 22 Haziran’da Yunanlar taarruza geçtiler. Yunan ordusu haziran ayında “Milne Hattı” denilen bir cephe tutmuştu. Bu hatta bulunuyordu. 22 Haziran’da bütün cephede taarruza geçti. Yunan ordusu, güya İngiliz Generali Milne’nin adına nispetle Milne Hattı denilen bu hattın ilerisine geçmeyecekti. Yunanlar, bizim iç isyanlarla uğraşmamızdan ve cephedeki müfrezelerimizin mühim bir kısmını İç Anadolu’ya çekmiş olmamızdan istifade ederek daha kolay netice alacakları ümidi ile bu harekâta girişmişlerdir. Yunan taarruzunu, memleketin henüz kurulmaya başlayan iç idaresini sarsmak için girişilmiş bir teşebbüs diye değerlendirmek mümkündür. Yunanların bir kolordusu Afyonkarahisar umumi istikametinde, bir kolordusu da Balıkesir, Bandırma ve Bursa istikametinde taarruza geçmiştir. Düşman taarruzunun başladığı zaman bizim bu cephede çok zayıf kuvvetlerimiz vardı. Ayvalık bölgesinde bir piyade alayı ile beş yüz-altı yüz silahlıdan ibaret millî kuvvetler bulunuyordu. Soma bölgesinde de bir piyade alayı ile bir miktar Kuvay-ı Milliye müfrezeleri vardı. Akhisar bölgesindeki cephe daha zayıf bir kuvvette tutulmuştu. Salihli bölgesinde Çerkez Ethem’in kendi kuvvetlerinin orada bıraktığı bazı müfrezeler mevcuttu. En kuvvetli cephemiz, Menderes bölgesinde bütün mevcudu beş bin kişiyi bulmayan 57. Tümen ile millî kuvvetler tarafından tutulmuştu. Yunan taarruzu büyük bir hızla gelişti ve kısa zamanda Afyonkarahisar. Balıkesir, Bandırma ve Bursa İşgal edildi. Düşman taarruzu Bursa-Alaşehir- Nazili hattında durdu. MECLİS SORUMLULAR ARIYORDU. İç isyanların devamı ve Yunan taarruzunun geniş bir memleket parçasını alması, Büyük Millet Meclisinde ve memlekette büyük heyecan yarattı. Çok üzüntü verdi. Meclis sorumlular arıyordu.

İsmet İnönü 

            ***

Mühimmatın Çoğunluğu Köy Kadınları ve 13-15 Yayında Çocuklar Tarafından Sağlandı

Cephane kolları yöredeki halktan oluşturuldu. Yani eşyalar kağnı arabalarıyla taşındı Bunların çoğunluğu köy kadınları ve 13-15 yaşında çocuklar tarafından sağlandı. Bu çok asil ve yüce bir manzaraydı. Uzun yü­rüyüşlerde, gece soğuk, yağmur ve kar altında acının ve zorluğun en yükseğini çeken bu aziz vatandaşlar İstiklal abidelerimizde heykellerini gördüğümüz köylülerimizdi. Bunların içinde soğuk yüzünden ölenler bile vardı. Kütahya ile Gediz arasında altı kez yaptığımız yürüyüş ve hareketlerde kıtalarımızın ve muharebenin can damarı olan erzak ve cephaneyi hep onlar taşıdı. En şiddetli zorluklar altında da en ağır sıkıntılar İçinde de yüzlerinde en ufak bir şikâyet ya da usanma izi görülmedi. Yine de kağnı arabaları ağır hareketlerinden dolayı muharebe düzenini takip edebilecek bir askeri nakliye aracı olamaz. Ancak kısa mesafelerde yararlanılabilir (...) 

İzzettin Çalışlar

İzzettin Çalışlar kimdir?                

1882 yılında Yanya'da doğdu. Harp Akademisi'ni topçu sınıfı birincisi olarak bitirdi. Hareket Ordusu'nda ve Balkan Savaşı'nda görev aldı. I. Dünya Savaşı'nda Anafartalar Grubu Kurmay Başkanlığı yaptı. Millî Mücadele sırasında 20. Kolordu komutan vekilliği, 23. Tümen komutanlığı ve 61. Tümen komutanlığı görev­lerini üstlendi. İnönü, Kütahya ve Sakarya muharebelerinde büyük yararlılıklar gösterdi. Savaşın so­nuna doğru 1. Kolordu komutanlı­ğı yaptı. Büyük Taarruz sırasında kritik ve önemli başarı gösterdiği Çalışlar köyü muharebeleri ne­deniyle Atatürk kendisine bizzat "Çalışlar" soyadını verdi. Bir süre Aydın milletvekilliği de yapan İz­zettin Çalışlar, 1939 yılında 2. Ordu kumandanı olduğu sırada emekli­ye ayrıldı, özellikle savaş meydan­larıyla İlgili yazdığı detaylı hatıratı günümüzde önemli bir kaynakça olarak gösterilir. 1951 yılında An­kara'da hayatını kaybetmiştir.

***

Sil Gözyaşlarını Çocuk

Yiğitlerin harman olduğu Antep’ten ayrılacağım için üzgündüm. Aksakallı dedelerden bıyığı henüz terlemiş ergenlik çağındakilere kadar üç nesil kendi karar ve tercihiyle, Antep'in savunulmasında görev alınıştı. Bunlar Maraş’tan sonra, Antep'te de gerçek bir kahramanlık destanı yazmışlardı. Fransızlar Antep’i işgal etmek ve orada yerleşmek için inat ediyor, ellerindeki bütün modern araçlarla Antep'i ateşe gömmek İstiyorlardı. Fakat karşılarındaki olağanüstü ve benzersiz direniş onları eziyor, mahvediyordu.

Babalar düşüyor, çocuklar kalkıyor; erkekler ölüyor, kadınlar ayaklanıyordu. Silahlar elde, gözler ufuktaydı. Antep, yenilmemeye yemin etmiş bir kahraman gibi daima ayaktaydı, kim demiştir Antep’e “Türk Verdun’u" diye? Fransa’nın Verdun'da bütün bir ordusu, tam kadrolu kumandanları ve kurmay heyeti, İngiltere, Amerika ve İtalya gibi üç müttefiki, sömürgesi olarak elinde bulunan bir dünya parçasından toplayıp kurbanlık koyun gibi cepheye sürdüğü yüz binlerce değil milyonlarca askeri vardı. Fransa Verdun'da, Alman ordusunu bu müttefikleriyle, özellikle Amerika'nın karşı konulamaz maddi kudretine ve silah yardımına dayanarak sadece durdurabilmiştir. Verdun, Fransız vatanının devlet merkezine sınır başlangıcından yakın bölgesidir. Almanlar oraya kadar İlerlemiş, orada karşılarına çıkan üç büyük devletin orduları önünde duraksamışlardır.

YA BİZİM KAHRAMAN ANTEP’İMİZ?

Ne düzenli ordusu ne devleti ne topu tüfeği, hiçbir şeyi yoktu. Sadece dinini, imanını, namusunu, yurdunu kurtarma veya bu uğurda yok olma çabası vardı. Antep’te bu kahramanlığı gören ve onun önünde eğilen olanak olmayan bir kahramanlık menkıbesine, kendi varlığında benzetiş aramanın hasreti, gıptası, hatta kıskançlığı yatar. Bu şehir, dört yanı kuşatılmış olduğu halde on bir ay dayanmıştır ve özerine basarak söylüyorum, gazi beldenin düşmana teslim olmasının tek nedeni açlıktır.

Eski Türk şehirlerinin güzelim geleneklerinden olan yaz mevsiminden kışın ihtiyaçlarını hazırlamak ihtiyatkârlığıyla, 1919 yazında evininin kilerlerini, ticarethanelerinin ardiyelerini dolduran Antepliler, bu ecdat yadigârı basiretlerine dayanarak, on bir ay yarı aç-yarı tok karşı koymuşlar, sonunda yavrularının feryadının dayanılmaz acısına boyun eğerek, ama onurlarının korunması için zailin düşmandan güvence alarak şehri teslim etmişlerdir. "Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın* inancı içinde...  

                            Kılıç Ali

***

Kaynakça: Yukarıdaki metinlerin hepsi Hatıratlar Karşılaştırılmalı NUTUK Kitabından alınmıştır

                                                                                                Serendip Altındal


 Özün Kişiliğindir..

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com