Atalay davasında Anayasa Mahkemesinin
iki defa açıkça ihlal edilmesiyle kendi Totaliter darbelerini ilan edenler, Türkiye
Cumhuriyeti halkıyla artık hesaplaşmak üzere nihayet yola çıktılar. Yerel
seçimler yaklaşırken özellikle İstanbul gibi bir Dünya şehrinin, yapılmaları
acilen gereken hazırlanmış bütün yerüstü ve yeraltı projeleri, sadece bir imza
beklerken, İmamoğlu’nun bu mealdeki haklı serzenişleri milletin kalbini
sızlatmaktadır. Çünkü bilhassa da acil çözüm isteyen ve kredileri de hazır olan
ağırlıklı Metro projelerinin İmamoğlu ifadesiyle tamamlanması, sadece bir
imzaya ihtiyaç duyarken ve İstanbul’un içinden çıkılamaz trafiğini adeta bir
sihirli değnek gibi ortadan kaldıracağı da açıkça görülüyorken, gösterilen bu
duyarsızlığın, Devlet yönetiminin hangi kategorisine uyabileceğini kim söyleyebilir
ki?
Nedeniyle de mevcut oligarşik
iktidarın, sadece kendi çıkarlarının devamlılığını düşündüğü bir ülkede,
aslında Devlet içinde Devlet olma konumunda gelişmiş İstanbul’un, Ulusal
Cumhuriyet Devletinin bölünemez milli müktesebatı içinde; ama mevcut ve olması
gereken bütün uygar projelerini kendi Belediye Başkanının imzasıyla gerçekleştirebileceği
yerel ve özgür bir yönetime yani tek adam imzası gerektirmeyen bir milli Meclis
iradesinin yeterliliğine olan ihtiyacı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Çevreye bakıldığında bütün kalkınmış uygar Devletlerin temel yapılarında var
olan yerel özerkliklerin, nasıl ve Ulus Devletlerinin yapısını bozmadan hangi
noktalara kadar olabilirliği de analiz edilmelidir. Ulus Devlet içinde sınırları
muhafaza eden ve milli misaka asla bulaşmayan bir yerel veya bölge yönetimi
özerkliği herhalde en uygun olanıdır. Zira totaliter bir tek adam yönetiminde, İktidar
muhalifi yerel yöneticilerin ve uygarca yaşayabilmek için imza bekleyen yerleşik
halklara, inatla çektirilen tarifsiz sıkıntılar asla göz ardı edilmemelidir.
Bu arada Filistin katliamı
bahanesiyle protesto amaçlı yapılan taşınmış ve yapay Hilafetçilerin sergilediği
resme bakınca, bırakın irticayı, İslam’ın bile ne olduğunu bilmeyen ve sadece bedeli
ödenmiş bir gösteriye katılan öyle tiplere rastlanıyordu ki, bununla totaliter İktidarın
misyon olarak kabullendiği İslam Türkiye’si senaryosunun, bir hayli paraya da mal
olmuş son perdesini seyretmiş olduğunuzu da anlamışsınızdır herhalde. Allah, utanmayan
ansızları utandırsın; ama yerlerine utanmak zorunda kalanlara da acısın. Zira
itibardan ödün vermek istemeyenler, bu paraları nasıl olsa ödemek zorundadırlar.
Damgalı biraderler, işte bu kalpazanlıklarla uğraşırken, Özel’in bütün milli gönüldeş
ve ahde vefa sahibi vatandaşlarını, 14 Ocak’ta Tandoğan meydanına çağırması, yüz
binlerce yüreği ilk Tandoğan mitinginde olduğu gibi yine coşturacak ve bütün
iştirakçilere acılı Adana kebabı üstüne, yine baklava yemenin lezzetini de verecekti
şüphesiz.
Çünkü CHP artık sahaya inmiş ve başını alıp giden anti yasal başıbozukluğa,
millet yumruğunu koyacaktı artık. Oysa tam da böyle düşünüyorken; yine oluşan Şehitlerimiz
nedeniyle Mitingin iptal edilmesi yerine, Devletçe reklamların, diğer tuluat
programlarının yasaklanması ve aslında bir Milletin uyanmasına yeniden vesile
olacak Tandoğan mitinginde, Şehitlerimize de milletçe, hep birlikte rahmet okunması,
daha anlamlı olmaz mıydı?
AKP İktidarının artık bütün işi gücü;
yerel seçimler yaftası altında, laik Cumhuriyet milletinden yeni bir irtica
ümmeti yaratarak, aklınca bazı kazanımları sağlamaya çalışan yeni bir ‘beyinsizler’
veya ‘satın alınmış beyinler’ sahnesinin perdesini açmaya kalkışmak oluyor. Ancak
yüz yıllık laik demokratik Cumhuriyet tecrübesinden sonra bile hala gül bahçesine,
deve dikeni ekmeye kalkanlar ve Rönesans öncesinde bile emsali az bulunan bir
eblehlik anlayışına kurtarıcı olarak sarılanlara, şaşkınlık mı yoksa taşkınlık
mı daha uygun düşer? Sorunun cevabını size bırakıyorum Sayın okurlar. Yalnız
kafalarında normal ve saygın bir akıl taşıyanların, bu soruyu nasıl
cevaplandıracakları da önceden belli oluyor kuşkusuz. Ve çok iyi biliniyor ki
bugün de İngilizlerle birlikte çalışan yerli muhipler, İstiklal döneminde yapamadıklarını
şimdi yine İngiliz’in mihmandarlığında, USA ve AB emperyalistlerinin bileşkesinde
realize etmek üzere, İstiklal Savaşı ve Lozan mağlubiyetlerinin intikamını alma
senaryosunda tekrar figüranlık yapıyorlar.
Yeni seçilen CHP sözcüsü Deniz Yücel
ise dikkatle takip edilerek izlenmesi gereken evlatlarımızdan birisidir. Çünkü
adam olacak çocuk daha önceden ışığını gösterir. Dikkati, düzgün fiziği, belagati,
eğitimi, erdemli kişiliği, işlek zekâ ve hafızası ile de gelecek vadettiğini görüp
anlamamak için, beyinsiz olmak gerekir. Gelecekte, bugün CHP sözcüsü olarak
başladığı görevini, onun da Özel gibi CHP Başkanlığıyla ileri pozisyonlara da
taşıyacağına şimdiden inanarak kendisini kutluyorum. Can Atalay’dan iki Anayasa
ihlali yapacak kadar korktuklarına bakılırsa, Hatay’lı hem de TİP Partili Vekil’in,
Mecliste kendilerine keseceği ağır deprem faturasının, gözlerini korkutmuş olduğu
da hemen anlaşılıyor.
Aşağıda, saygın ve milletçe
kutsanmış büyüklerimizi tekrar anımsatmak, vatansever yürekleri de coşturmak amacıyla,
İBB yayınlarından olan ‘Hatıratlarla Karşılaştırılmalı NUTUK’ kitabından, rastgele
yaptığım bazı alıntıları görüşlerinize sunuyorum. Onları, imzalarıyla okurken,
bugün yerlerini aldıklarını sananlarla da karşılaştırmalı mukayeseler yaparak izleyin
lütfen. Aslında bu alıntılar teker teker soyutlandırılarak analiz edilmeli ve o
dönemin vahim şartları, bugününkilerle de karşılaştırılarak hakkıyla
değerlendirilmelidir. Çünkü böylece, çalışmaların ve alınan tedbirlerin değer
ve kalitesi daha iyi anlaşılacaktır. Bu yazımın fazla uzamaması nedeniyle, burada
bunu denemek istemiyor ve gerisini kendi yorumlarınıza bırakıyorum.
TRAKYA’DAKİ KOLORDUMUZUN ASKERLİK GEREKLERİNİ
YAPAMAMASININ VE YURTSEVERLİK NAMUSUNU YERİNE GETİREMEMESİNİN TEK SORUMLUSU
CAFER TAYYAR PAŞA’DIR
Edirne doğrultusunda serbestçe ilerlemekte bulunan
düşman tümenine karşı, bütün 1. Kolordu kuvvetlerini toplayıp önlem alacak komutanın,
Kolordu Komutanı Muhittin Bey’in ne yaptığını bilmiyorum. Yalnız elde ettiğim
bilgiye göre, Cafer Tayyar Bey kendi kuvvetleriyle ilişki kurmayarak Havza yakınlarında atla dolaşırken
düşmana tutsak olmuştur. Ondan sonra komuta ve yönetimden yoksun kalan 1.
Kolordu’muz büsbütün dağıldı. Birliklerin bir kısmı tutsak oldu ve bir kısmı da
Bulgaristan’a sığındı. Sonuç olarak, Trakya baştan başa Yunanların eline geçti. Ne yazık ki, 1. Kolordu
komutanından milletin istediği ve beklediği sağgörünün, uyanıklığın ve
özverinin belirtisini göremedik.
Efendiler, Trakya’nın özel, güç durum
ve koşul içinde bulunduğu kuşkusuzdu. Ama bu özellik ve güçlükler, hiçbir zaman
Trakya’daki kolordunun askerliğin gereklerini ve yurtseverlik ödevini yapmasına
engel olamazdı. Eğer bu
yapılmamış ise millet ve tarih karşısında bundan tek sorumlu Cafer Tayyar
Paşa’dır. Tarihte, bütün bir yurdu çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son
avuç toprağına kadar karış karış, yiğitçesine ve namuslucasına savunmuş ve yine
varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o nitelikte bir
ordudur. Yeter ki ona komuta edenlerde, komuta edebilmek niteliği bulunsun!
Efendiler, komutanlar, askerlik görev
ve gereklerini düşünürken ve uygularken, kafalarını siyasal düşüncelerin etkisi
altında bulundurmaktan sakınmalıdırlar. Siyasal durumun gereklerini düşünen
başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
Komutanların, emirlerine verilen
millet çocuklarını ülke araçlarını düşmana, ölüme sürerken düşünecekleri tek nokta;
milletin kendilerinden beklediği yurt görevini ateşle, süngü ile ve ölümle
yapmak ve sonuçlandırmaktır.
Askerlik görevi ancak bu anlayış ve İnançla yapılabilir.
Ufla, siyasetle, düşmanın aldatıcı sözlerine kulak vermekle askerlik görevi
yapılamaz. Komutanlık görev ve sorumluluğunu yüklenecek kadar omuzlarında ve
özellikle kafasında güç bulunmayanların acı sonuçlarla karşılaşmalarından
kaçınılamaz.
Efendiler, bir komutanın tutsak olması da
özürlü görülebilir ancak, askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulamakta
elindeki kuvveti sonuna dek, son süngü ve son soluğa dek kullandıktan sonra
kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse...
Efendiler, bütün ordusu, üstün düşman ordusu
karşısında yenilip kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına
atını düşman başkomutanının çadırına sürerek ölüm arayan Türk komutanları
görülmüştür.
Bir Türk komutanının ordusunu kullanmaksızın,
herhangi bir kötü rastlantı ve mutsuzluk sonucu da olsa, düşmana tutsak
olmasını biz özürlü görsek de tarih bunu hiç bağışlamaz ve bağışlamamalıdır. Türk
devrim tarihinin gelecek kuşaklara İleteceği sözler ve uyarılar işte budur.
Mustafa Kemal – NUTUK
***
Yunanlar
Taarruza Geçtiler
(...| Bizim
zihnimizi işgal eden mühim mesele, bu teşkilattan düzenli bir savunma teşkilatı,
bir ordu çıkarmaktır. Düzenli ordularla muharebe ediyoruz ve düzenli ordularla
muharebe edeceğiz. Bunun için elimizde mutlaka düzenli bir ordu bulunacaktır.
Şimdi bu devre girmek üzereyiz ve teşebbüsün henüz başında bulunuyoruz. İşte bu
sırada, 22 Haziran’da Yunanlar taarruza geçtiler. Yunan ordusu haziran ayında
“Milne Hattı” denilen bir cephe tutmuştu. Bu hatta bulunuyordu. 22 Haziran’da
bütün cephede taarruza geçti. Yunan ordusu, güya İngiliz Generali Milne’nin
adına nispetle Milne Hattı denilen bu hattın ilerisine geçmeyecekti. Yunanlar,
bizim iç isyanlarla uğraşmamızdan ve cephedeki müfrezelerimizin mühim bir
kısmını İç Anadolu’ya çekmiş olmamızdan istifade ederek daha kolay netice
alacakları ümidi ile bu harekâta girişmişlerdir.
Yunan taarruzunu, memleketin henüz kurulmaya başlayan iç idaresini sarsmak için
girişilmiş bir teşebbüs diye değerlendirmek mümkündür. Yunanların bir kolordusu
Afyonkarahisar umumi istikametinde, bir kolordusu da Balıkesir,
Bandırma ve Bursa istikametinde taarruza geçmiştir. Düşman taarruzunun başladığı zaman
bizim bu cephede çok zayıf kuvvetlerimiz vardı. Ayvalık bölgesinde bir piyade
alayı ile beş yüz-altı yüz silahlıdan ibaret millî kuvvetler bulunuyordu. Soma
bölgesinde de bir piyade alayı ile bir miktar Kuvay-ı Milliye müfrezeleri vardı.
Akhisar bölgesindeki cephe daha zayıf bir kuvvette tutulmuştu. Salihli
bölgesinde Çerkez Ethem’in kendi kuvvetlerinin orada bıraktığı bazı müfrezeler
mevcuttu. En kuvvetli cephemiz, Menderes bölgesinde bütün mevcudu beş bin
kişiyi bulmayan 57. Tümen ile millî kuvvetler tarafından tutulmuştu. Yunan
taarruzu büyük bir hızla gelişti ve kısa zamanda Afyonkarahisar. Balıkesir,
Bandırma ve Bursa İşgal edildi. Düşman taarruzu Bursa-Alaşehir- Nazili hattında
durdu. MECLİS SORUMLULAR ARIYORDU. İç isyanların devamı ve Yunan taarruzunun
geniş bir memleket parçasını alması, Büyük Millet Meclisinde ve memlekette
büyük heyecan yarattı. Çok üzüntü verdi. Meclis sorumlular arıyordu.
İsmet İnönü
***
Mühimmatın Çoğunluğu Köy Kadınları ve 13-15 Yayında Çocuklar Tarafından Sağlandı
Cephane kolları yöredeki halktan oluşturuldu. Yani eşyalar kağnı arabalarıyla taşındı Bunların çoğunluğu köy kadınları ve 13-15 yaşında çocuklar tarafından sağlandı. Bu çok asil ve yüce bir manzaraydı. Uzun yürüyüşlerde, gece soğuk, yağmur ve kar altında acının ve zorluğun en yükseğini çeken bu aziz vatandaşlar İstiklal abidelerimizde heykellerini gördüğümüz köylülerimizdi. Bunların içinde soğuk yüzünden ölenler bile vardı. Kütahya ile Gediz arasında altı kez yaptığımız yürüyüş ve hareketlerde kıtalarımızın ve muharebenin can damarı olan erzak ve cephaneyi hep onlar taşıdı. En şiddetli zorluklar altında da en ağır sıkıntılar İçinde de yüzlerinde en ufak bir şikâyet ya da usanma izi görülmedi. Yine de kağnı arabaları ağır hareketlerinden dolayı muharebe düzenini takip edebilecek bir askeri nakliye aracı olamaz. Ancak kısa mesafelerde yararlanılabilir (...)
İzzettin Çalışlar
İzzettin Çalışlar kimdir?
1882 yılında Yanya'da doğdu. Harp Akademisi'ni topçu sınıfı birincisi olarak bitirdi. Hareket Ordusu'nda ve Balkan Savaşı'nda görev aldı. I. Dünya Savaşı'nda Anafartalar Grubu Kurmay Başkanlığı yaptı. Millî Mücadele sırasında 20. Kolordu komutan vekilliği, 23. Tümen komutanlığı ve 61. Tümen komutanlığı görevlerini üstlendi. İnönü, Kütahya ve Sakarya muharebelerinde büyük yararlılıklar gösterdi. Savaşın sonuna doğru 1. Kolordu komutanlığı yaptı. Büyük Taarruz sırasında kritik ve önemli başarı gösterdiği Çalışlar köyü muharebeleri nedeniyle Atatürk kendisine bizzat "Çalışlar" soyadını verdi. Bir süre Aydın milletvekilliği de yapan İzzettin Çalışlar, 1939 yılında 2. Ordu kumandanı olduğu sırada emekliye ayrıldı, özellikle savaş meydanlarıyla İlgili yazdığı detaylı hatıratı günümüzde önemli bir kaynakça olarak gösterilir. 1951 yılında Ankara'da hayatını kaybetmiştir.
***
Sil Gözyaşlarını Çocuk
Yiğitlerin
harman olduğu Antep’ten ayrılacağım için üzgündüm. Aksakallı dedelerden bıyığı henüz
terlemiş ergenlik çağındakilere kadar üç nesil kendi karar ve tercihiyle,
Antep'in savunulmasında görev alınıştı. Bunlar Maraş’tan sonra, Antep'te de
gerçek bir kahramanlık destanı yazmışlardı. Fransızlar Antep’i işgal etmek ve orada yerleşmek için
inat ediyor, ellerindeki bütün modern araçlarla Antep'i ateşe gömmek
İstiyorlardı. Fakat karşılarındaki olağanüstü ve benzersiz direniş onları eziyor, mahvediyordu.
Babalar
düşüyor, çocuklar kalkıyor; erkekler ölüyor, kadınlar ayaklanıyordu. Silahlar
elde, gözler ufuktaydı. Antep, yenilmemeye yemin etmiş bir kahraman gibi daima ayaktaydı, kim demiştir Antep’e “Türk
Verdun’u" diye? Fransa’nın Verdun'da
bütün bir ordusu, tam kadrolu kumandanları ve kurmay heyeti, İngiltere,
Amerika ve İtalya gibi üç müttefiki, sömürgesi olarak elinde
bulunan bir dünya parçasından toplayıp kurbanlık koyun gibi cepheye sürdüğü yüz binlerce
değil milyonlarca askeri vardı. Fransa Verdun'da, Alman ordusunu bu müttefikleriyle, özellikle Amerika'nın karşı konulamaz maddi kudretine
ve silah yardımına dayanarak sadece durdurabilmiştir. Verdun, Fransız vatanının
devlet merkezine sınır başlangıcından yakın bölgesidir. Almanlar oraya kadar
İlerlemiş, orada karşılarına çıkan üç büyük devletin orduları önünde
duraksamışlardır.
YA BİZİM KAHRAMAN ANTEP’İMİZ?
Ne
düzenli ordusu ne devleti ne topu tüfeği, hiçbir şeyi yoktu. Sadece dinini,
imanını, namusunu, yurdunu kurtarma veya bu uğurda yok olma çabası vardı.
Antep’te bu kahramanlığı gören ve onun önünde eğilen olanak olmayan bir
kahramanlık menkıbesine, kendi varlığında benzetiş aramanın hasreti, gıptası, hatta
kıskançlığı yatar. Bu şehir, dört yanı kuşatılmış olduğu halde on bir ay dayanmıştır
ve özerine basarak söylüyorum, gazi beldenin düşmana teslim olmasının tek
nedeni açlıktır.
Eski Türk şehirlerinin güzelim geleneklerinden olan yaz mevsiminden kışın ihtiyaçlarını hazırlamak ihtiyatkârlığıyla, 1919 yazında evininin kilerlerini, ticarethanelerinin ardiyelerini dolduran Antepliler, bu ecdat yadigârı basiretlerine dayanarak, on bir ay yarı aç-yarı tok karşı koymuşlar, sonunda yavrularının feryadının dayanılmaz acısına boyun eğerek, ama onurlarının korunması için zailin düşmandan güvence alarak şehri teslim etmişlerdir. "Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın* inancı içinde...
Kılıç Ali
***
Kaynakça: Yukarıdaki metinlerin hepsi Hatıratlar Karşılaştırılmalı NUTUK
Kitabından alınmıştır
Serendip Altındal
Özün Kişiliğindir..
Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com