Blog Arşivi

1 Temmuz 2025 Salı

NİŞANGAH..

 

     


                                                                                                              

 1.07.2025

 

Çevremize baktığımızda, ülkemiz için en büyük tehlikenin, emperyalistin Türkiye eksperleri tarafından yönlendirilen, başımızdaki tek adam otokrasisi olduğunu, anlamamak için beyinsiz olmak gerektiği derhal söylenebilir. Ve bu siyasi kaostan kurtulmak için de vakit kaybetmeden önce, anayasal adaletin sağlanabilmesi gereğiyle de demokratik Türkiye Cumhuriyeti Meclisine, bütün siyasi otoritenin tekrar devredilmesi ve siyasi yönetimin tamamen Parlamentoya bırakılması kaçınılamaz olur.

 

Böylelikle birilerinin, ‘Bakanlığın memurlaştığı’ zırvası da tek adam çöplüğüne atılmış olur. Ancak ondan sonra ülkenin güvenliği, ekonomisi ve barış süreci söz konusu olabilir. Balığa çıkmadan önce nasıl balık ağlarımızı onarmamız gerekiyorsa, ülkemizin huzuru ve barış güvenliğini sağlamak için de önce sandık başına gitmemiz gerekiyor.

 

İran da rejim değiştirilmesi bahanesiyle Netanyahu’yu gaza getirerek, İsrail’i önceden öngöremedikleri bir tahribata uğrattığını, Trump, herhalde anlamıştır. Ne var ki eski bir inşaatçı olarak, İsrail de oluşacak muazzam yeni yapılaşma revizyonu nemasının, kendisine açacağı koridorların farkında olmadığı ise kesinlikle düşünülmemelidir. Yeter ki Trump’a para aksın, yoksa hümanist hobileri olduğunu mu düşünüyordunuz?

 

O halde soralım; Trump ile Erdoğan’ın başka da bir ortak paydaları olabilir mi acaba? Güne gelirsek; Erdoğan baktı ki ‘turpla’ olmuyor, şimdilerde ‘pişmanlık yasasına’ döndü ve bu gidiş, dönüşleri biraz daha deneyeceği anlaşılıyor.

 

Yalnız unuttukları insanlık erdemi; Gazze de İsrail’in, bir lokma ekmek için çırpınan çoluk çocuğu ‘erzak dağıtılıyor’ teranesiyle, acımasızca hedef tahtasına çevirmeye devam ettiklerini, avaz avaz haykırıyor ve Dünyadan yardım dileniyor. Ve bundan bahsedebilmek için bile vicdan sahibi, yani gerçek bir insan olmak gerekiyor. Ne ki varılan çıkarsamaya göre, yaşadığımız bu Dünya, herhalde Samanyolunda dönmüyor.

 

Bizde ise artık normal mantıkla; ki mantık, hak, hukuk, Adalet ve matematik demektir. Aksi izah edilemez duruma gelen, mantık taşımayan AKP Devlet yönetiminin, bırakın milli olmadığını, içimize işgal bileşkesiyle sokulmuş emperyalist, müdahil parmaklar ve manifestolar nedeniyle yozlaşmış olduğu, artık gereksiz tartışmaları bile abes kılıyor.

 

Çünkü onların istediği, ulusal bağımsız Türkiye Cumhuriyeti değil, federe devletçikler Türkiye’sidir. İşte bu durum, Atatürk derin Devletine, artık milli kontrolü vakit kaybetmeden ele almasını, milli birliğin bütün vatanseverleri vasıtasıyla tebliğ ettiriyor.

 

Aslında Trump tarafından çıkarılan savaşta, İsrail ile İran savaşıyor, ne ki USA kendi ordusunu değil, salt desteğini verdiği İsrail adlı Lejyoner ordusunu kullanıyor. Ayrıca Gazze deki insanlık dramı, hız kesmeden devam ediyor. Bir tarafta İsrail gaddarlığından bahsederken, diğer tarafta toprağın metrelerce altındaki sığınaklarda bile yaşayan bir canlı bırakmak istemeyen zihniyete, hümanist diyebilir misiniz? Ve aynı zihniyet Türkiye’mizin Güneydoğusundaki 20 ilimizin tehlike altında olduğunu gösterirken, BOP ateşini adeta körükleyerek parlatıyor.

 

Her şeyden önce, tekrar kere tekrar hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, zeytinlerimizi bile kurtarabilmek için, hak, hukuk ve adalet toplamı olan anayasamızı, tekrar halkın anayasası yapmak zorundayız. Bunun da tek yolu, Atatürk Cumhuriyetini yeniden kurmaktan geçer. Yani ilk adım, yeni genel seçimlerle, anayasamızı kuşa çeviren otokrat AKP Hükümetini değiştirmektir. Trump’ın bundan sonra Ortadoğu’da yapabileceği en akılcı iş, aslında Erdoğan’ın gidişini hızlandırmaktır.

 

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti de fazla vakit kaybetmeden gerçek kimliğine dönerek, Ortadoğu dengeleri ve güvenliğini eskisi gibi sağlayabileceğinden, bu da oluşacak Dünya sulhuyla, muhtemelen Nobel’i kendisine kazandırtacaktır. Gel, yarın daha etraflı kabul etmek zorunda kalacağın bu durumu, şimdi anla da akıllı ol Trump. Kim bilir belki ikbalini de kurtarırsın.

 

Ve inan ki senin, toprak altının ancak taşınamayan hedeflerinde etkili olabilen milyarlık uçakların ne dünyanın sonunu ne de senin ve ülkenin güvenliğini oluşturur. Türkiye’nin aslında Ortadoğu’nun en stratejik bölgesindeki bir ülkesi olması, en büyük avantajıydı. Ne yazık ki kendi ikbaline odaklı bir tek adam Hükümeti, bizi bu kahrolası günlere taşımıştır. Şimdi artık tek meselemiz, bu soysuzluğu kendimize kader yapmamaktır.

 

İsrail-İran savaşı, antlaşma noktasına gelmişken, İsrail’in ‘İran füze attı’ yalanıyla savaşa devamı, yeni düşünceler oluşturuyor. İran’ın ‘biz füze atmadık’ beyanına tamamen inanıyorken, Netanyahu denen adama inanmayı, akıl kabul etmiyor. Herhalde Trump’la yeni bir kumpas geliştiriyorlar düşüncesini, yadsımak ise mümkün olmuyor.

 

Antrenörü Trump’ın talimatlarına göre top çeviren Erdoğan’ın, Trump’ın çevresine verdiği, CNN’i durdurun talimatına uygun pasları, RTÜK’e atarak, İsrail ve USA karşıtı haberleri de yayınlayan, bağımsız TV Haber kanallarımıza, cezalar verdirdiği de düşünülebilir.

 

Tarih boyunca görülmüştür ki, ülkelerin başına bir şekilde Lider olmuş bütün tek adamları, mevkilerini kaybedince hepsi, sudan çıkmış balığa dönmüşlerdir. Belki de ‘Kral çıplak’ lafı bundan dolayı halk diline yerleşmiştir. Herhalde bu betik, düşme noktasındaki Erdoğan’ın korkusunu, ötesinde de hesap vermek zorunda kalacağı endişesini, daha anlaşılır kılmaktadır. Yalnız bu husus, erken seçimle adaylığını bir daha kullanabileceği ilhamını ona vermiş olabilir. Nitekim CHP Kurultay karşıtı Davası, bu yönde verdirdiği ilk işareti de olabilir.

 

İşte tam da bu düşünce doğrultusunda, muhtemel butlan sorunu, kesinlikle bir depreme dönüştürülmemelidir. Ve hak talepleriyle, provokasyonlar asla birbirine karıştırılmamalıdır. O halde ne yapalım, Atatürk aklımızı daha keskin ve etkin kullanalım, muhterem Hanımlar ve Baylar. Çünkü tek çıkış yolumuz budur.

 

Yalnız milli muhalefeti bölme kumpası içinde olan Saray yönetiminin oyununa; başta ‘bakın bensiz olmuyor’ mesajını vererek kendince bir rövanş pozisyonu oluşturan ve İmamoğlu mitinglerine karşı durarak da Erdoğan’a bir yeşil Bayrak açan Kılıçdaroğlu olmak üzere, bütün milli muhalefetin, aslında hiçbir yargı nedeni bile olmayan 30 Haziran oyununa gelmeyeceğine; ama ilk duruşmanın beklenildiği gibi ertelendiğine de bakınca, 8 Eylülde de ülkenin şirazesinden çıkmış gündemini değiştirmekten başka; ama CHP İktidar yürüyüşünü bozamayacak bir kararın veya yeni bir erteleme çıkacağına şimdiden inanabilirsiniz.

 

Çünkü bildiğim gibi, Atatürk’ün kurucu Partisi olan CHP’nin bünyesinde, bu tespite uymayan bir akılsızlıkta olabilecek gerçek bir üyenin olduğuna inanmıyorum. Hele de Atatürk’ü anımsatan, Liderlik ve Devrim ateşine sahip Özgür Özel’in İktidar yürüyüşü ve bu yürüyüşe ışık tutan İmamoğlu’nun manevi meşalesi, asla engel tanımamalıdır diyorum. Bu da herhalde anlayana söz anlamayana saz olur...

 

                                                                                   Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com

 

 

 

 

15 Haziran 2025 Pazar

REZALET DUVARI..

 


                     

                                                                                           

 15.06.2025

           

Atatürk, doktriner devrimler dosyasıyla yola çıkamazdı. Çünkü ana dilleri Türkçe olan; ama Türk olduklarını bile bilmeyen, eğitimsiz ve harp yorgunu bir Osmanlı Ordu gücünün, önce desteğini arkasına almak ve her şeyden önce de Kuvayı Milliye vasıflı yeni bir milli birlik oluşturmak zorundaydı. Bu nedenle de önce etnik eğitim verilmeliydi. Bağlamında ise sosyalist, kapitalist gibi terimlerle bir Liderlik yaratmak, abesle iştigal olurdu.

 

Çünkü sosyal bir Devlet, ancak eğitim seviyesi yeterli olan bir nasyonal toplumda oluşabilirdi. Zira Sovyet Sosyalistlerinin bile Komünist olamadığını hiç unutmamalıyız. Sosyalist Enternasyonal dahi bir Lale Devri sosyalistidir ve Marksist bir algoritması yoktur. Bugünlerin Cumhuriyetçi sosyalistleri, şayet insanlık bir gün yapay zekayı sosyalleştirebilirse, kendi beyinleri de evrim geçireceğinden, belki ancak o zaman komünist olabileceklerdir. Çünkü insan beyni komünist düşünceye henüz hazır değildir ve evrim geçirmesi gerekir.

 

Bütün İZM’lerin bilincinde olan Atatürk’ün aynı bağlamda, mücadelesi esnasında tanıştığı bütün zorluklara imkânsızlıklara rağmen, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti evrensel Devletini ve bütün Devrimlerinin tamamına yakınını tamamlayabilmesini, kısa ömrüne nasıl sığdırabildiğini anlayabilmek, hele ülkesini, Cumhuriyetin ilk 10 yılında, en fazla kalkınan ülkelerin liste başı yapması, inanın ki mucize gibi ender ve imkânsız kadar zor bir iştir.

 

Yalnız bütün başarılarının en büyüleyici keşfi, Köy Enstitüleridir. Tam da bu nedenle, bir zamanlar insan erdemi ve kalitesinin tavan yaptığı ülkemizde, şimdi kalitesizliğin yerleri süpürmekte olduğu yaşanırken, yurdum insanlarının milyonlarını her mitingde karşısına toplayan CHP’yi meclise davet ederek, el kaldır, indir şovlarıyla etkisiz hale getirmek istiyorlar. Yani nerelerden nerelere gelmişiz ve nereye varacağımız sorusu da giderek ‘her şey iyi olacak’ hedefine doğru kesintisiz yol alıyor artık dostlar.

 

Bugün, Erdoğan’ın bile izah edemeyeceği bir biçimde kendi yetkilerini aşan otokratı, diktatöre dönüştürerek muhalefeti yok etmeye kalkan bir emperyalist müdahalenin, aslında baskısı altında olduğumuzun da artık bilincinde olalım. Ve siyaset kulvarında, rezalet duvarının dünya rekoruyla aşıldığı bu günlerde, milli direncimizi tüm aktiviteleriyle ele almak zorunda olduğumuzu da bütün vatanseverleri temsilen, şapkalarımızı da önümüze koyarak düşünelim.

 

Yalnız düşünürken de artık yorgun, yaşlı, ayakta daha sık uykuya dalan ve sağlığı tıklayan tek adamı, uçurumdan uçuruma yönlendiren emperyalist ajanı müstevli danışmalarını, mercek altına almayı da asla boşlamayalım. Çünkü danışman tuzağına kendisi düşen Erdoğan, muhalefetle arasında derinleşen uçurumu dönülemez noktaya doğru taşıyor ve ısrarla tekrarladığı hatalarını uyarmayanların dürtülerine tutunarak, kendi sonunu hazırlıyor.

 

Danışman etiketli dalkavukların aslında kendisinden nemalandığını, muhtemelen de düşünemiyor veya anlayamıyor. Kurban Bayramı’nda, kurban alamayan orta direği, aslen birlikte kurban eden bir İktidardan, şimdi artık genel bağlamda kurtulmak zorunda olduklarını mutlak anlamış olmalıdır bütün iki veya dört ayaklı kurbanlıklar.

 

Çünkü mevcut tek adam iktidarı, rezalet duvarını aşmış ve kendi çöplüğünün bile dibinde kalmıştır artık. O halde şimdi, halen yapılan ve devamla da yapılmak zorunda olan en akılcı eylem CHP’nin, mitinglerine her seferinde artan bir milli iradeyle devam ederek, halk iradesinin mi, yoksa sayılı bir azınlığın mı güçlü olduğunu, bütün aymaz kafalara sokmasıdır.

 

Dolayısıyla bilinsin ki, devrimler tarihi, Marksist, liberal kapitalist ve ilahi veya ezoterik filezofilerin hiç birisi çözüm olamazdı; o dönemin Osmanlı sosyal yapısının eğitimsiz kimliğine, Atatürk’ün karşılaştığı ve dahiyane çözdüğü problemlere. Bu nedenle de kendine has olan Kemalizm, kendi başına ve herhangi bir İZM’le de bağlantı kurmadan yalın olarak ele alınmalıdır. Ki en azından, anlaşılıp benimsenebilsin ve olmazsa olamazlığı, aymaz kafalara da yerleşebilsin.

 

Ve işte bu nedenle de Özel’in, Atatürk özlemindeki 5 milyonu mitinglerimize toplayabilir ve dağılmazsak, seçimleri öne alabiliriz ifadesi mutlak dikkate alınmalıdır. Aynı paralelde Kılıçdaroğlu’nun, Senatör vasfını kullanarak, ileri yaşında önüne çıkan tarihi fırsatı kaçırmadan, CHP’nin manevi Başkanlığıyla, Atatürk’ün Partisiyle tekrar bütünleşerek, CHP’yi dolayısıyla da milli muhalefeti bölmeye odaklı abartılı Kurultay meselesini çözüp, kendisine duyulan saygıyı da ebedileştirmesinin vakti gelmiştir artık.

 

Sorumluğunun bilincinde, kendisini görevine adamış, vatan sevgilisi, taraflı, tarafsız bütün vatandaşları tarafından çok sevilen, adam evladı, vicdan taşıdığı için de adam gibi olan, bir Belediye Başkanının son yolculuğuna, erkek ve kadınların rüzgârda uçuşan saçlarıyla, gerçek Müslümanlar gibi de nasıl uğurlanması gerektiğini, hep birlikte yaşadık.

 

İşte salt bu nedenle bile, Sayın olduğu kadar da sevgili Ferdi Zeyrek’i rahmet dileklerimiz ve başta sevgili eşi ve çocukları olmak üzere bütün sevenlerine, sabır temennilerimizle uğurluyoruz. Lakin şaibeli bir olgu nedeniyle, beklenmeyen bu ani kaybın oluşması; herkesi tatmin edebilecek bir araştırma sonucu beklemektedir.

 

Böyle uğurlanabilmek, keşke bütün vatan sevdalılarına da nasip olabilse. Zira adam gibi adamlara en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemi yaşıyoruz. Çünkü Ferdi Zeyrek’lerin aramızdan vakitsiz ayrılması, otokratların ülkeye verdiği zararları da büyütüyor. Ferdi Zeyrek’e teşekkür edilmelidir aslında, çünkü taraflı ve tarafsıza, çok sevilen bir Devlet adamının nasıl olması gerektiğini öğretmiş ve Atatürk’ün ruhunu bir daha şad etmiştir.

 

Yandaş Medya ile ümmileri kandırmak kolaydır. Ne var ki ümmi diye küçümsedikleri birçok insanın, hatta AKP seçmenlerinin bile, ‘turpla adalet sağlanamaz’ dediğini duymak istemiyorlar. Demek ki birilerinin 23 yıldır ülkeye yaşattığı AKP masalları devri, artık sona ermiştir.

 

Bu arada İsrail’in İran’a nokta atışlı saldırısı ve muhtemelen oluşacak diğer gelişmelerle, gıdasız bırakılan insanların, üstüne bir de telef edilmeleri, bilhassa bizim milyonların gözünü fal taşı gibi açmalıdır. Ve stratejik ortak yalanına, asla prim verilmemelidir. Çünkü AKP tek adamlığıyla sonunda yokları oynadığımız bu günlerde, stratejik ortak etiketli emperyalistin aynı metotlarla; ‘sıra size de gelecek’ mesajı verdiğini, istesek de artık yadsıyamayız Sayın okurlar…

                                                                                   Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com

 

 

 

 

1 Haziran 2025 Pazar

CANSIZ BEDENLER..

 


                                                                                                                

 1.06.2025

 

Canların evrenselliğinden bahsederken, canları yani insancıl yasaları olan ruhları ihtirasa dönüşmüş olanların bedensizliğini, vurgulamazsak olmaz. Mesela tam da malum PKK meselesiyle kimlik varlığımız olan Lozan antlaşması sorgulanmaya başlamış ve bu durum, emperyalizmi, BOP temelli yeni bir yapılaşmayı, Kürt sorunu başlığı altında yarattığı yeni diriliş masalıyla, ülkemizde gerçekleştirmeye çalışırken, duyarsız ya da cansız bedenlerden bahsetmiyorsak hiç olmaz.

 

Hatta emperyalizmin ruhsuz bedenliği, öyle bir noktaya ulaşmıştır ki; artık sivil vatanseverleri bile aşarak evrensel çevreyi, yeni bir Dünya Savaşına hazırlama noktasıdır bu. Yalnız böyle bir durumda, elbette Rus Ordusunun, yine bizim Atatürk’ün Askerlerinin yanında olmasının, yeni Dünya sulhu için olmazsa olmaz olduğunu yadsıyamayız.

 

Hadi geçelim bizim cumhur ittifakını da aynı bağlamda mukadderatımızı, hele de emperyalist Lider pozörü bir titreğin eline verecek kadar bunamadık henüz diyelim. İşte size yeni bir sorun daha, meraklısı tepe tepe kullanabilir artık. Yeni bir yasa teklifine göre, yukardaki oluşuma zemin oluşturmak üzere, Erdoğan’a verilecek bir yetkiyle, Atatürk askeriyim diyen Teğmenleri ve daha üst rütbeli Subayları artık doğruca kendisinin ihraç etmesi isteniyor.

 

Bu maddeyi geçiremezse de yine de Orduyu yozlaştıracak herhangi bir maddeyi yetki alanına almaya kesinlikle çalışacaktır. Hele bir de bunların üstüne çocuklara tecavüz, kadın katilliği, darpçılık vs gibi suçlardan, en kirli sabıkalıların bile örtülü bir afla serbest kalacaklarını koyunca. Hadi gelinde şimdi, can ve bedeni aynı teraziye koyun bakalım. Artık bu kavramları konuşurken iki defa düşünmek zorunda kalacaktır, her can ve bedeni bir arada taşıyanlar. Bu teşbihe uymayanları ise unutabilirsiniz!

 

Evet başarı için ihtiras da gerekir; ama fazlasının, sahibini sormadan telef ettiği de asla unutulmamalıdır. Yapılan bütün çalışmalar, açık olarak gösteriyor ki, cumhur ittifakı devam ettiği sürece, ülke durumunun düzelmesine asla imkân olmayacaktır. Hatta erken bir seçimle dahi ülkemiz, belki ön görülen bir sürede toparlanamayacaktır.

 

Oysa 400’e 14 eksiği kalan AKP Vekil listesinin, her halükârda bu eksiği kapayıp anayasayı keyfine göre değiştireceği bilindiğinden veya olası görüldüğünden, karşı tedbirlerin alınması, hiç sorgulanmamalıdır. Öyle ya, yaşlı annelerin, ninelerin bile Atatürk’ün askeriyiz dedikleri bir ülke de biz hala nelerden bahsediyoruz! Ki 22 yılda, bugün vatandaşların çoğunluğunun yumurta bile alamadığı acınası Türkiye’mizin, çeşitli manipülasyonlarla soyulan paralarının, birilerinin dış ülke metropollerinde oluşturdukları kişisel rantlara yatırıldığını öğrenince, yıllardır yaşadığımız enflasyonun nedeni de anlaşılıyor.

 

19 Mayıs Gençlik Bayramında, AKP prangalı birilerinin, ülkemizin güneşiyle aramıza sermeye çalıştıkları kara çarşafın, yine İzmirli milyonların ayakları altında paramparça olduğunu, hep birlikte ve tekrar büyük bir coşkuyla izledik. Sayın Özgür Özel’in vasıflı Liderliği ise ülkemizin milyonları tarafından tekrar teyit edilmiş oldu.

 

Yani söyleyelim ki, Türkleri ayağa kaldırmasınlar, çünkü tekrar bütün çevrelerini düzeltmeden asla yerlerine oturmazlar, haberiniz olsun. Ben burada Türklere akıllı olun demiyorum. Çünkü Türkler esasen hep akıllıdırlar. Yani özellikle de milli müktesebatları ve birlik mevcudiyetleri sorgulandığında, ne zaman ayağa kalkacaklarını da emin olun ki herkesten iyi bilirler. Herhalde 22 yıllık ve artık sonu gelmiş AKP İktidarı da bunu öğrenmiştir.

 

Şayet hala da öğrenememişse, bundan sonra öğrenebilme şansı da kalmamıştır artık. Çünkü Özel, bütün tutsaklar geri alınmadan, her seferinde daha da kalabalıklaşan mitinglerin, ülke sathında devam edeceğinin sözünü vermiştir. Oysa ülkemizi BOP çerçevesinde federasyonlara dönüştürmeye ve ülkeyi dibine kadar da soyulmaya hazırlama misyonu verilmiş adamların, başka şey öğrenebilme yetenekleri de kalmamıştır. Milli Misakımızın üzerinde akbabaları uçuşturmaya kalkanlar; akbabaların, aslında onların sonları için toplanacaklarını, bilmek zorundadırlar. Bilmem anlatabildim mi?

 

 

Bahçeli, Başkanlığıyla birlikte milliyetçiliği rafa kaldıran, hele de son Öcalan davetiyle, kendi menfaati bağlamında, artık kendisini bile inkâr eder bir hale gelmiştir. Bu nedenle Cumhurun en çürük halkası da olan Bahçeli, artık sonuna kadar da cumhurdan kopamayacak olduğunu ortaya koymuştur. İşte bu aidiyetin farkında olan Erdoğan, onu kendi koltuğu altında, arada bir de sırtını sıvazlayarak, istediği yönde kullanmaktadır. Ne var ki, yılların milliyetçi Partisi MHP, giderek özünden kopmaktadır.

 

Genç polislerin, yakında büyük, küçük tüm aile bireylerini de karşılarına almak zorunda kalacakları korkusu, görülüyor ki onlarda bir direnç patlaması yaratacaktır. Ki bu durumun farkında olan İktidarın son aktivitelerde Jandarmayı kullanması, çok muhtemel bunun göstergesidir. Yalnız bu defa da sonunda millet veya İktidar ikilemi karşısında kalacak olan Ordunun, milli tarafın yani Atatürk askerlerinin yanında olacağı kesindir.

 

Ordu demişken, Putin’e ‘ben olmasam başına çok kötü şeyler gelirdi’ diyen Trump’a da bir anımsatma yapalım. Seni bile başlarına, çaresizlikten yine Başkan yapan USA ve postallarını, sömürge cephelerinden kaçarken kaybeden Ordunla mı; Rusya’nın başına kötü şeyleri getirmeyi düşünüyorsun? Hadi hiç durma o zaman!

 

Yani bizimkiler, en azından kalan son akıllarını kullanıp, Orduyu hiç karıştırmasınlar, hele de kirli siyasetlerine. Çünkü emperyalizmin tek ve en güçlü düşmanı, milli birliği de temsil eden ordudur. Ve yedi emperyalist düvele ders veren İstiklal savaşı, salt milli birlik ve Kuvayı milliye ile kazanılmıştır. İşte Atatürk yüceliği de milli birliği, Türk Milletine kazandırmış olmak ve laik, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni, 1924 Anayasasıyla evrenselleştirmektir.

 

Şimdi bu son cümleyi büyütüp duvara asalım; sonra da karşımıza alıp, kimseyle barışık olmasak bile en azından kimliğimizi kucaklayarak, kendimizle barışalım. Şimdi artık sıradaki beklenen, Kılıçdaroğlu’nun, muhteşem CHP birliğini, vefalı Senatör duyarlılığıyla sahiplenerek birliği tanımlaması ve herkesin, kendisine olan sevgi ve saygısının devam etmesi gerekir ki, bu esasen vicdanların da sesidir...

 

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com

 

 

 

 

15 Mayıs 2025 Perşembe

 


     

                                                                                           

 15.05.2025

 

β          Atatürk Üniversitesi’nde Doğu bölgesinin toplumsal yapısı ile ilgili araştırmalar yapan genç bir bilim adamının [İsmail Beşikçi’nin] sözleriyle, “1945 tarihinde, yani çok partili siyasal rejime geçişle birlikte, ağalar ve şeyhler iki yandan birden kuvvet almışlardır. Birincisi, oy mekanizmasının kitlelere verilmesiyle birlikte halkın değer kazanması, ağa ve şeyhin halk üzerindeki geniş nüfuzlarını kullanarak siyasi partiler için rey kaynağı haline gelmeleri, dolayısıyla siyasi iktidar için kıymetli bir kişi olmaya başlamaları, kincisi de siyasal iktidarın lütuflarına da mahzar olmaya başlayan ağa ve şeyhlerin halk önünde büsbütün kudretli kişiler haline gelmeleri.” (Avcıoğlu, 1995b: 529).

 

 

Tanzimat Döneminden beri ağalık, Ayanlık, şeyhlik gibi vasıf ve kurumların eşraf etiketiyle Tanzimat döneminden itibaren, halkın üstünde etkili olmaya başlayarak bugünlere kadar kısmen süregelen etkileri nedeniyle, Cumhuriyete geçilmesine rağmen, Anadolu köylüsünün önemli bir kesimi hala otonom olabilme yetisini kullanabilecek eğitimsel bir özveriye sahip olamadığı için, Demokratik hakların hala sorgulandığı bir günceli yaşıyoruz. Oysa 100 yıllık bir Cumhuriyet ülkesinde, anti beşer ve asosyal bütün unsurların artık telef edilmiş olması gerekiyordu. Esasen aynı nedenle de Atatürk Devrimleri, ki en önemlilerinden olan toprak reformu bile yapılamadan, kısmen tamamlanabilmiştir.

 

İşte o gün bu gündür çağ dışı bir AKP tek adam rejimini, maalesef hala yaşıyoruz. Ne ki yavaşta olsa demokrasiyi artık milletçe kavradığımız ve yeniden revize etmeye başlayacağımız günlere de yaklaşıyoruz. Başımızdaki tek adam külliyesi her ne kadar hak ve Adalet yolunu transit geçiyorsa da milli direnç, sonun başlangıcına her milli birlik buluşmasıyla adım adım yaklaşıyor.

 

 

β          Bir hakikati bir türlü kavrayamadık. Bir adam iki efendiye birden hizmet edemez. Ya Devlet ya şeyh ve beyler! Devlet, şeyh ve beylerin bu halka yaptığı hizmetleri aynı surette, aynı kolaylıkla yerine getirmezse, elbette şeyhine ve beyine bağlı kalır. Şeyh ve bey mahallindeki haksızlıkları ve meseleleri kendi geleneklerine, inançlarına göre hemen hallediyor. Bize gelince, bir nüfus kâğıdı çıkarmak için adamlar on gün dağlardan, taşlardan yaya yürüterek şehre getiriyoruz. Şeyh bir koyun hırsızını kendi ölçülerine göre hemen cezalandırıyor. Biz aynı hırsızı, koyunu çalınan adamı, şahitleri günlerce yürüterek şehre indirip aylarca süründürüyoruz. Bu halk, şu şartlar içinde elbette şeyhine ve beyine bağlı kalır ve kalacaktır (Avcıoğlu-Abdullah Paşa: 684).

 

 

Şayet Atatürk ‘milletin efendisi köylüdür’ demişse, o halde Anadolu köylüsü de bu görüşü değerlendirecek otonom bir özveri kazanmış demektir. Ki bilhassa Anadolu da yapılan milli birlik buluşmalarında önemli bir çoğunluğu, ‘Devletin turpla değil, Adaletle yönetildiğini’ söyleyen ve bu görüşü destekleyen köylülerin temsil ettiği görülüyorsa, bu görüşün topluma mal olduğu, doğruluğu da kendiliğinden anlaşılıyor. Tabi tam da bu noktada Devletin de köylü efendileri yönetebilecek seviyede olduğu, tartışılmamalıdır bile artık. Ki başında artık eşraf olmayan köylü de Devletine ‘EFENDİM’ diyebilsin. Ve böylece Devlet-Halk iletişimi, her türlü gürültüden(!) azat olabilsin.

 

 

β          Şehirlerde, sayı ve çeşit bakımından çoğalan ve hızı artan modern haberleşme araçlarıyla dış alemle sıklaşan ve yakınlaşan ilişkilerin sonucu yeni tüketim kalıpları benimsenmekte ve buna bağlı olarak refah kavramı ve seviyesi için erişilen kişinin çok üstünde bir istek doğmaktadır. Türk toplumu, gün geçtikçe daha çok ve daha yukarı nitelikteki unsurları kendisinin tabii ihtiyacı olarak görmektedir. (Avcıoğlu: 997).

 

 

Halbuki bütün siyasi mücadeleler Partilerin ‘daha adil ve toplumcu idare edeceğiz’ sloganlarıyla başlamıyor mu? Öyleyse her daim, iyiyi, doğruyu, mükemmeli aramıyor, her zaman hak, hukuk, adalet diye haykırmıyor muyuz? Yalnız bir an önce yenilemek zorunda olduğumuz eski Türkiye Düzenini temsil eden feodal yapıyı, tümüyle telef etmek zorunda olduğumuzu da unutmamamız gerekiyor.

 

Böylece artık tek bir toprak, tek bir kale kalmalıdır. Toprak, Anadolu Türkiye’si, kale ise Türkiye Cumhuriyeti Misakıdır. Yeni Türkiye Düzeninde elbette ve bilhassa Anayasanın, tek adam Hükümetinin ihlal ettiği maddelerinden başlamak üzere ilk dört maddesi de dahil olmak üzere betone edilerek, ihlalleri ağır cezalık hale getirilerek, suçluyu karakola uğramadan doğrudan hapishaneye sevk edecek müeyyidelerle yapılandırılmalıdır.

 

Aynı bağlamda, USA-Trump paradoksuyla İstanbul Kanal-rantiyesi şayet geçekleşirse, Montrö ihlali de aktive edileceğinden İstanbul dolayısıyla da Türkiye’miz, yeni Dünya Harbinde ilk hedef olacaktır. İşte tam da bu nedenle, gevşeyen düşünce kemerlerinizin, artık sıkıştırılması ya da determinist düşüncenin asla terkedilmemesi gerekiyor.

 

Ayrıca fay bölgesi olan İstanbul’da, toprağın üstünde zelzele tedbirleri alınması, sosyal bir zorunluluk oluşturmuşken, toprağın altıyla uğraşmak, yeni facialara davetiye çıkartmak ve İstanbul’u bir toplu mezara dönüştürmek olacaktır. AKP kalesi olduğu söylenen Konya da yapılan mitingde, memleketi satan müstevlilere söylenmesi gerekenleri, birlikteki on binlere söyleten Özal’a, S. Süreyya Önder’in cenaze töreninde yapılan ve Kılıçdaroğlu’na, vaktiyle yapılmış olan saldırıyı da anımsatan bir tekrarın, esasen bataklıkta telef olmakta olan bir cemaatin can havliyle uzanmış eliyle yapılmış olması nedeniyle, bu cibilliyetsizliğin aslında bahsine bile gerek yoktur.

 

Yalnız saldırıyı yapan yaşlı, sabıkalı bir sapık ve muhtemelen de bunak olduğu için, darp edilmekten son dakikada kurtulmuştur. Ne ki bu saldırının, CHP’lilerin telef edilmesi provokasyonundan sonra yapılmış olması, tertip olduğu açık olan bu saldırıyı yaptıranlarında tespit edilmesini, emsalleri önlemek bağlamında, şüphesiz zorunlu hale getirmiştir. Yalnız böyle bir saldırının, yine yanlış bir hesaplamayla, aslında milli birlik saflarını daha da pekiştirdiğini söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır.

 

Netice de gelinen nokta şu ki; İstiklal döneminde olduğu gibi, ama silahsız olan bir Kuvayı Milliye dönemi başlamıştır artık. Zira kullanım tarihi çoktan bitmiş, teokratik bir sistemi hala yaşatmak veya gündemde kalmasını sağlamaya çalışan toplama bir çete Devleti belasından kurtulmanın başka yolu yoktur. Ve ‘CAN’ rant ihtirasına dönüşmüşse, can diye tanımlanamaz artık. Çünkü otokrasi, bir azınlığın, çoğunluğu idare ettiğini sandığı bir geçiş dönemidir. Ve saati çaldığında, bütün eskimişler gibi tarihin tozlu raflarında unutulmaya mahkûmdur.

 

Trump’ın bundan böyle yeni USA modeliyle terör lejyonlarını desteklememe kararı alması, her ne kadar onları kullanmayacağını resmen ifade etmemiş olsa da PKK’nın silah bırakmasını yine de etkilemiş olabilir. Şimdi dikkatle beklenmelidir, yakında kokusu çıkar nasıl olsa.

 

Çünkü Türk-Kürt kardeşliğinin Demokratik çerçevede gerçekleşebilmesi için en azından erken seçimler garanti edilerek, yeni bir Demokratik TBMM oluşması beklenecektir şüphesiz. Çünkü AKP rejimi kimseye güven vermemektedir. Kürt kardeşliği duyargası, bütün kardeşlik hak ve adaletini elinde tutarak, AKP treninin kargo vagonuna tekrar paketlenmek istemediğini açık olarak belirtmiştir. Ancak böylelikle ve seçim sonrası yeni bir Hükümetle, Demokratik değişim süreci başarıyla sonuçlandırılabilir. Aksi halde, olası bir fesih kararı bile güven vermeyecektir.

 

Çünkü fesih, emperyalist için terörün salt bir isim değişikliğidir. Ayrıca PKK silahlarının Irak’a bırakılması da bu gerçeğin göstergesidir. Ne var ki, Türkler ve Kürtler’in kardeş olduğu, asla unutulmamalıdır. O halde Kürtler Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısı altında, tam ve eşit haklarda olmalıdır. Yalnız erken seçim şartı konmadan silah bırakılması, şüphe celbediyor. Zira çözümün oldubittiye getirilmesi, Erdoğan’a uzatmaları oynayabilmesi için, USA tarafından yollanan bir can yeleği algısı uyandırıyor.

 

Yalnız ve her halükârda kardeşlik bağlarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüzel ve evrensel kimlik gerçeğinin, 1924 anayasal temeli ve çatısıyla asla oynamayan; ama tam bir Demokratik Meclis yapılaşmasıyla, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsayan bir Meclis çözümlemesiyle yasallaşmak zorunda olduğunu, hele de barış düzenlemesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan Lozan’dan bahis dahi edilmemesini, bilmem anımsatmaya gerek var mı?

 

Anayasanın 66. Maddesi aslında bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, vatandaşlığını onaylayan bir maddedir. Bu vatandaşların içinde elbette Kürtler de vardı. O halde bu maddeyle ne yapmak istiyorsunuz, yoksa Kürtlere birde özerklik mi verilmesi düşünülüyor. O zaman orada durun bakalım! Çünkü o madde sizleri aşar. Ve başlangıç noktasına yeniden dönmüş olursunuz. Sonuç itibarıyla, gelişmelere bakıldığında, DEM Partisi dosyasının tekrar mercek altına alınacağı anlaşılıyor.

 

Emperyalist USA&CIA imali bir bölücü terör örgütü olan ve yıllardır mücadele ettiğimiz PKK’nın, alelacele oluşturulan bir çözüm süreciyle aniden gündem yapılması; hem de bu işlemin, başından itibaren Lozan antlaşmasına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olan ve USA ile aynı paralelde bir görüntü vermesi, şimdi analiz nedeni olmak zorundadır.

 

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni federe bir sömürge devleti yapmaya yönelik çalışmaları, BOP safsatasıyla ülkemin başına koydukları tek adam iktidarıyla da yıllardır deneyen; ama bunu başaramayan USA, maşası PKK’nın tam da sonunun gelmekte olduğu bir noktada, yeniden aynı amaçla cepheye sürülmüş olması veya olmaması, hiç şüphe yok ki açıklık kazanmak zorundadır. Yoksa hiç kimsenin, salt barış ve art niyetsiz demokratik bir ortak yaşama asla itirazı yoktur.

 

Benim tavsiyem; Sayın Sinan Meydan’ın gayet açık ve net olarak betimlediği ve içinde misak ı milliye dahil hiçbir eksiği olmayan Lozan Antlaşmasını, okumamış olan Türkiye Cumhuriyeti Ulusal Devleti Vatandaşlarının, kendi müktesebatları bağlamında dikkatle okuyarak anlamalarıdır. Çünkü ULUSAL TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ bağımsız, laik ve ayrışımsız olarak hepimizindir.

 

Sözün özüyse; yani laik, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği ve üniter Devlet kimliğinden asla taviz verilmemelidir. Unutulmamalıdır ki PKK militanlarının anaları bile, 1924 İstiklal anayasasından önce daha henüz doğmamışlardı. Yalnız bilinmesi gereken; kolay çözümlenemeyecek olan bu konunun, daha çok yorum ve tartışma kaldıracak olduğudur…       

 

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com

 

 

 

1 Mayıs 2025 Perşembe

HESAPSIZLIK..

 


                                                                                                

 1.05.2025

 

O devrin Anadolu’sunda eşraf, yani mahalli ileri gelenler, halkın sözcüleri durumundaydılar. Gerçi bu sözcülük, hemen her yerde bir tahakküm vasıtası oluyordu. Ama Osmanlı Anadolu’sunda Aydınlar henüz ön planda görünecek kadar güçlü değillerdir. Eşrafın önünde daima mahallin uleması, yani başta müftü olmak üzere sarıklı hocalar, şeyhler görünürdü. Bunlar da eşrafın sözcüleri durumundaydı. Diğer Aydınlar ister istemez eşraflarla iyi geçinmek durumundaydılar. Zaten bu aydınlar, nihayet şehir ve kasaba okuryazarlarından ibarettir. Mustafa Kemal de, gerek ilk defa

Havza ve Amasya’da, gerekse daha sonra ve bütün milli hareket boyunca diğer şehir ve bölgelerde halkın öncüleri olarak elbette ki eşrafla karşılaştı. Mahalli aydınlar bu eşraf ulema tabakasının içinde, nadir olarak önünde, halk hareketinin aktif unsurları oldular. (Ş. Süreyya Aydemir- Tek Adam s:314)

  

            Yukarıda ki alıntıdan da anlaşılacağı üzere; bugün de hala Aydınlar-Halk kopukluğunun kısmen devam ediyor oluşu nedeniyle, Cumhuriyet kazanımlarının yeteri kadar iyi değerlendirilememesi, yaşadığımız bu menhus durumunun asla bir kader olmadığını, daha anlaşılır ortaya koyuyor. Ve aynı nedenle de bir türlü küllenemeyen Öğretmen ateşine, yine ve hala kömür atılıyor. Nitekim atanmış öğretmenlerin bile yerlerinin değiştirilmesi, Lise talebelerinin dahi son maarif manipülasyonlarıyla tahrik edilmesi, acaba hangi çağ dışı Bedevi aklın ürünüdür.

 

Çünkü bu, densiz, dengesiz, liyakatsiz ve icralık aklın tek amacı; BOP misyonu gereği yapılacak işlerin top listesinde olan, anti laik tarikatlar harmaniyesinin, Türkiye’mizin sırtına geçirilmek üzere, laik, demokrat Cumhuriyet eğiticilerinin tasfiye edilerek, yerlerine imam hatip kökenlilerin tayin edilmesi iştiyakından başka ne olabilir.

 

Son günlerde bütün uyumsuzlukların üst üste gelmesinin hiçbir matematiksel izahı yoktur. Hele bunları tesadüf olarak yorumlayanların, ilk mektep çocuklarını dahi ikna edebileceğini kimse düşünmesin bile. Çünkü peş peşe sahneye konan bu trajikomedi bölümlerinin, iflas etmek üzere olan AKP İktidarının korkuyla artmış olan tansiyonuyla, senaryosuz ve acemice oynandığını düşünüyorum. Esasen beklenen sonuç da bunu yakında ortaya koyacaktır.

 

CHP mitinglerine alıcı gözle bakarsanız, genç, yaşlı, kadın erkek, hep aydınlık suratlı, ne istediğini, neyi, kimi seçeceğini yediği ekmek, içtiği çorba gibi bilen, kararlı demokrat insan topluluklarını görürsünüz ve onlara bütün yüreğinizle vatandaşlarım diyebilirsiniz. Diğerlerini veya hala kararsız olanları, şayet Erdoğan’a verirseniz, onları turp torbasına değil; ama çöp torbasına dolduracağı kesindir. Çünkü o menfaat döküntülerinin yakında kendi başını da yiyeceğini, bilin ki Erdoğan da bilmektedir.

 

Ve aynı bağlamda Trump yönlendirmeleriyle, USA tutarsızlığı fotokopisinin birebir Türkiye’de de uygulanmasını hedefleyerek, Ali baba ve haramileri Hükümetlerinin, tamamen USA emperyalizminin kontrolünde olması yaftasını, BOP projesine yeni başlık yaparak, USA saltanatını da anlaşılan yıkmaya karar vermiştir. İşte bu düşünceyi de yadsımayan Doğu bloğunun şimdilik, Trump komedisine cevap vermiyor görüntüsünün ana nedeni de belki budur. Çünkü Trump, cemiyeti akvamı da askıya alarak, Wilson’a bile rahmet okutmaya başlamıştır giderek. Oysa Prof. Sachs namlı bir Musevi vatandaşı, USA meclisinde etnikdaşı Marks’a da bir empati oluşturarak, o mecliste bugüne kadar emperyalizme karşı söylenmemiş sözler söyledi. Ki bu çok isabetli ve yerinde, özlenen bir davranıştı. Her şerden bir hayır doğduğu bilindiği için de Dünyamıza hayırlı olsun diyelim bari.

 

Uzatmalı bir yılan hikayesi olan ve İstanbul’u neredeyse Kıbrıs’tan daha bağımsız uluslararası bir otonom Eyalete dönüştürecek kanal projesi, döndü dolaştı, şimdi de Trump paradoksuyla yine gündeme oturdu. Trump sapkını, Erdoğan’ı bir peşrevle bastırdı ve uyumakta olan kanal yılanı tekrar kuyruğunu kaldırdı. Ne ki işler bu kadar basit bir oldubitti değildir neticede. Lakin o uzatmalı yılan, zehrini bakalım kimin damarına boşaltacak sonunda.

 

Bütün Karadeniz’i kısır akıllarınca, USA gölüne döndürecek Montrö ihlali, bakalım hangi canları yiyecek. Çünkü Karadeniz senin bahçe havuzun, İstanbul da Conilerin Miami’si değildir ve bizim buralarda, ki Avrasya giriş kapısında, attığın her yanlış adım veya pas, sana karşı voleli bir tekmeyle geri dönecektir bilesin. Ve aynı mealde hiç unutmayasın, ki bu gidişle yakında yeni bir kavimler göçü başlatacağına ve Okyanusta artık bir arı kovanında yaşayacağına da empati oluştursan, hani aklını da arada bir kullanmış olursun.

 

Yalnız bu defa komşuların, bal arıları değil, yaban arıları olacaktır. Ve onlar soktukça daha da fazla sokarlar, yani ilk sokuşlarında iç organlarını düşmanlarının üstünde bırakarak ölen bal arıları değillerdir anlayacağın. Şayet buna rağmen nükleer bir harp düşüncen yine varsa, bil ki ilk önce de kendini telef edersin. Yani bırak Erdoğan veya şunu, bunu ve bir an önce kendi umut vermeyen geleceğine odaklan. Demek ki adamlar her noktadan, varları ve yoklarıyla bize saldırıyorlar, o halde bize de düşen, Atatürk düşünceli sathı müdafaa direnişiyle nihai zafere uzanmak olacaktır.

 

Şimşek USA gezisinde, Türk sanayii için kalıcı yatırımcılar arıyorken, İstanbul Kanalı bileşkesiyle, İmamoğlu da emperyalist talimatıyla gözaltına alınıp, TSK ve Askeri okulların da emperyalist kontrolüne NATO yönetimiyle alınma hazırlıklarına başlanıyor ve yarı sömürge olan ülkemizden, bir tam sömürge yaratacak bu duruma, Batılı emperyalist de iştahla bakarken, Şimşek’in hele de Kanal çevresinde, bırakın diğerlerini; ama toprak sahibi olarak konuşlanacak, hem de vatandaş olacak Arap yatırımcı bulamamasının(!) herhangi bir izahı olabilir mi veya buna inanabilir misiniz?

 

İstanbul Kanalının vereceği zararların en başında, kanaldan komşu evlere bile dağıtılabilecek zararlı madde paketlerinin, çok daha kolay ve ehven bir şekilde tüketiciye (bilhassa da çocuklarımıza) ulaşabilmesi gelir. Ayrıca çok daha zahmetsizce ve sınırlarda fişlenmeden, ülkeye kaçak militanların nokta atışıyla sokulabilmesi veya aranılanların kaçırılması nerdeyse bir çocuk oyunu gibi sadeleşir.

 

Aslında bugünleri bile görebilen Atatürk’ün dahiyane görüşüyle, Montrö antlaşmasıyla adeta bir sınır kapısı yapılan İstanbul Boğazına, şimdi yapılması düşünülen paralel yapay kanalla, statüsü değişecek olan İstanbul, salt kendi güvenliğini kaybetmez, bütün ülkenin yanında, Rusya en başta olmak üzere diğer Batı Asya ülkelerinin güvenliğini de sorgulanır hale biranda getiriverir. Böyle durumların kontrolü ise çok daha masraflı hatta imkânsız hale gelir.

 

Görülüyor ki böyle bir yatırımla ki onu da halkının sırtına yükleyen emperyalist, sömürge ülkesini tam kontrolü altına alabilecektir. Anlayın artık bizimle oynanan oyunu ve bizim bu oyunda aktör yamağı bile olamayacağımızı. Ve sözün özü, böyle bir enayiliğe, USA bilim kurgu dizilerinde bile rastlayamazsınız. Tabi, bir de Doğu Bloğu, bu yılan hikayesini nasıl dinler ve yorumlar???

 

Biz ise kendi güncelimize dönersek; Cumhurun stepne ortağı, yeni Türkiye’nin umudu olan CHP ile uğraşmayı bırakıp, önce de kendi kafasına koymalı ki, şayet kendisi Hükümet değişiminden sonra hala pili dayanabilir ve siyasi bir gelecek umudu da varsa, İmralı çözümünü istendiği gibi bitirmek için tek adam rejimini sonlandırmak zorundadır. Bunun içinde ilk şart, hiç şüphesiz erken seçimdir. Bana sorarsanız, AKP İktidarına %72 oy veren Yozgatlı bile, Hükümeti değiştirmekten bahsediyorsa, artık bu işi tartışmak, abesle iştigal demek olur diyorum.

 

Çünkü AKP masalını dinleyecek bir Anadolu da yoktur artık. İşte tam da bu nedenle gerçekleşmeyecek birinci Kanal vizyonunun yanında muhtemel bir B vizyonu daha vardır. Araplara ve diğer bazı yabancılara kanal reklamlarıyla satılan topraklara, birbirlerine bağlı küçük kanallarla küçük tekneler ve yatlarla geziler yapılabilen bir alanda inşaat ortamları yapılarak, kanal masalıyla alınan paraların üstüne yatılarak, bunun ceremesi yeni Hükümete terk edilebilir.

 

Ve o zaman da Atatürk Cumhuriyeti’nden kurtulmak isteyenlerin oluşturduğu yeni BOP Sevrcilerini, ki vurucu güçlerinin başında bu defa Yunanistan yerine, İsrail (İbrahim’iler) demeyelim; ama emperyalist güçlerin desteklediği Netanyahu ve onun haramiler çetesi olacaktır. Peki bütün bu vurdu, kırdı neden mi yapılıyor? Çünkü Ortadoğu Dünyanın, Türkiye’miz de Ortadoğu’nun merkezi olduğu için. Şimdi tam da bu yazıları yazdığım, 23 Nisan kutlamaları esnasında ve İstanbul civarında, yine birilerinin önceden tespit edilmiş; ama vereceği zarar şimdilik kontrol edilemeyen, bir faylar bölgesine soktuğu bir kirli parmakla yaratılan depremin oluş, biçim ve zamanlamasına bakılınca, bunların Hatay kırılma bölgesinde olduğu gibi, asla tesadüf eseri olmadığına inanıyorum.

 

Çünkü nereyi kazarsanız, esasen orada kendi elinizle, küçükte olsa, bir fay oluşturursunuz. Bunun ne zaman çökeceğini de bilemezsiniz. Ne ki çok yakın bir zamanda çökeceği kesindir. Hele de parmağınızı bir fay kavşağına sokarsanız acaba ne olur? İşte tam da Dünya da sadece bizde kutlanan bir Bayram günü, bir deprem gündemiyle neden karşılaşmak zorunda kaldığımızı, sizi bilmem; ama ben, sorguluyorum. Ve çok daha derin düşünelim diyorum. Zira milli Müktesebatımız, Sevr döneminden çok daha fazla, hem de bugün Atatürk’ün nasihatlarına rağmen bilim dışı kaldığımız için, kontrol edemediğimiz teknik bir tehlike altındadır. Öyle ya teknolojiyi ihmal edip, safsatayla uğraşarak, bugün bu hallere düşmedik mi? Hadi buna da tesadüf ya da kader(!) diyelim o zaman.

 

Ülkemizde bir türlü önü alınamayan ve nasıl hesaplanacağı bilinmeyen yapay enflasyonun nedeni de işte aynı hesapsızlıktır. Öyleyse birlik ve de akıllı olalım. Biz bunları söylerken Ankara da yasaklara rağmen, Özgür Özel’in başlattığı yürüyüşte on binler, barikatları devirerek Anıtkabir’e doğru aktılar. Ve bu ulusal milli yürüyüş; Erdoğan’ın tertiplettiği travmatik polis haftası gösterisine verilen en anlamlı cevap oldu. Buna rağmen bir Neron, bizim tarihe de girmeden, yolu acilen ve daha fazla da gecikmeden tıkanmalıdır artık.

 

Sonuç olarak, Cumhuriyet yaftası altında sürdürülen otokrat ve hukuksuz bir tek adam rejiminin gittikçe ağırlaşan ve asla ödenemeyecek olan faturasını daha fazla kabartmamak için aklın yoluna hep birlikte empati oluşturalım. Ve şayet erken seçime gidilmezse, bilinsin ki çok daha ağırlaşacak olan fatura, bütün AKP, MHP Hükümet zevatına kesilecektir. Çünkü direniş yürüyüşü, salt metropolleri değil, artık bütün Anadolu’yu sarmıştır. Zira ‘Devletin turpunan değil, Adaletle yönetilir’ olduğunu, 23 yıllık tecrübeyle de bizatihen öğrenmiştir artık Anadolu uşağı.

 

Son söz: Kim olursanız, hangi Partiye bağlı olursanız olun fakat asla unutmayın ki; Cumhuriyet Halk Partisi, bir kişiler Partisi değil; ama evrensel Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının bütün müktesep haklarını, nesiller boyu koruyacak, savunacak ve Atatürk tarafından salt bu göreve adanmış bir milli Kurumdur.

 

EMEĞİN 1 MAYIS ETERNAL’İ BÜTÜN EMEKÇİLERE KUTLU OLSUN…

 

                                                                       Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com