Blog Arşivi

14 Nisan 2024 Pazar

GELELİM SEÇİMLERE..

 


                                                                                                             31.03.2024

            Yakın geleceğini de artık çok karanlık gören Erdoğan’ın, vermeye başladığı ayrılık sinyalleri, Bahçeliyi iyice rahatsız etmeye başladı. Zira oluşturduğu Cumhur ittifakıyla kendisini ve grubunu ancak İktidara yapıştırarak ayakta tutabilirken ve bu durumun bile tehlikede olduğunu, şimdi kesintisiz olarak anlamış olan Bahçeli, endişe etmesinde kim etsindi. Çünkü siyasada arzı endam ettiğinden beri, içi boş bir milliyetçiliğe asılarak ve mevcut İktidarlara yapışarak ancak ayakta kalabilen kendisi ve Partisi için, artık denizin bittiğini esefle ve korkuyla anladığı için, yelkenleri suya bıraktığı anlaşılıyor. Hele İstiklal Tarihimizin, gerçek Türk milliyetçilerinin kim olduğunu bütün dünyaya nasıl kabul ettirdiği de yaşanmışsa. Demek ki yine tufaya gelip resimdeki duruma düşmemek için; seçmen, kafasını iki eliyle sıvazlayıp, bir değil, iki defa açmak zorundadır artık göz ve kulaklarını.

 

            Yerel seçimlerde, yapılan ve yapılacak olan bütün manipülasyonlara rağmen, genel seçimlerde ağzı iyice yanan seçmenin, artık gözleri de açılmışken, Saraydan verilen sinyalin görülmemesi mümkün değildir. Aynı mealde, yıllarca önce İstanbul Belediyesinde yapılan bir alım satım meselesindeki para sayımını, sanki bugün yapılıyormuş gibi yine ve yeni bir çakma videoyla paylaşan Erdoğan’ a, Özel’in “sürecek başka kozu kalmadı” demesine hak vermemek, Özel’e haksızlık etmek olur.

 

            Bu arada AKP’nin kök taifesi olan eski Erbakancıların, artık sapır sapır dökülen Erdoğan AKP’sini unutup, YRP’ne döndüğü ve döneceği de gün gibi aşikârdır. Ayrıca bütün ülkenin kendi varlıkları olduğunu var sayarak, İstanbul adayına, “malınıza sahip çıkın” diyen ve Türk milletini elinin tersiyle itip, adeta bütün ülkenin kendilerinin olduğunu düşünen, yerel seçimlerin ötesine de sıçrayan Erdoğan ve meclisi olmayan tek adam Hükümetine mi oylarınızı vermeniz isteniyor acaba? Eğer öyleyse; reylerini, alacakları para karşılığında satacak olanlar, hiç unutmasınlar ki aldıkları parayı sadece bir defa alacaklar; ama seçimlerden sonra, bugün yaşadıklarından daha da büyük bir yoksulluğa düşeceklerdir.

 

            MHP monarşik tabanlı bir parti olduğu için, başka seçim şansları olmayan delegelerin tamamının, Bahçeli’yi seçmeleri gayet normaldir. Oysa Türkeş zamanında öz milliyetçi ve Kuvayı millici bir gelenek vardı. Bahçeliyle birlikte çek-senet spora dönüşerek, muhaliflerini bir tehdit aracı haline geldi parti maalesef. Hiçbir zaman tek başına İktidar olmayan ve olamayacak olan MHP, ancak başarısız Hükümet koalisyonlarıyla, bir ayağı İktidarda kalmayı becermiştir sadece. Son 22 yıldır da ülkenin ocağına incir diken bir AKP payandası olmaktan başka da ülkeye hangi faydası olmuştur acaba?

 

            Ülkemizde artık bir Hükümet olmadığını, Sayın İçişleri, Adalet, Ulaştırma vs. gibi bütün Bakanların kimliklerini unutup Partili Belediye Başkan adaylarının reklamını yapmalarından da anlayabilirsiniz. O halde Sayın Bakanlara acil tavsiyemiz; hatırlayın Bakanlık sorumluluklarınızı ve bırakın sokak işlerini, ki vatandaşlarınız en azından sizlere de Bakan diyebilsinler. Veya size bu saçmalıkları havale edenlere geri postalayın da kimliğinizi kurtarın hiç olmazsa, ki saygınlığınız artsın bari. Zira Bakanları kimliklerini kaybedip sokak işlerini yürüten bir Devlete ne Cumhuriyet ve ne de Demokrasi Devleti denemez.

 

            Hele de bazılarının kaynakları belli olmayan, vergileri bile ödenmeyen mal varlıklarından söz edilirken, inanın midem bulanıyor. Unutun seçimleri, ondan sonra bile boylarını fersah fersah aşacak olan ve milli parası duraksız devalüe edilerek artan enflasyon basıncının altında, enkaza dönüşecek olmaları, acılı halkın belki de tek tesellisi oluyor. Çünkü Hükümetler hep yok olur; ama milletleri her zaman yaşamış ve yaşayacaklardır.

 

            İş adamı neden siyasete girer diye soruyorlar. Neden girmesin ki, sermayesinin güvenlik fonunu bile vatandaşlarının sırtına yıkarak, vergi kaçırarak, milli hazineyi de soyan bir iş adamı, politikaya da girmekle, aslında en iyi anladığı işi yapıyor. Ve esasen politikanın aslında ekonomik olduğunu da kendisine yakıştığı gibi ifade ediyor. Tıpkı bir zamanlar, birinin “Allah verdikçe veriyor”, bir diğerinin “mülk Allah’ındır biz emanetçiyiz” diyerek Allah’ı da kendisi gibi kapitalist var saydığı gibi.

 

            Peki Sosyalist Devletlerde iş adamı ne yapıyor, derseniz; şayet oralarda iş adımına da sınırsız liberalite verilmişse, arada hiçbir fark kalmamış oluyor. Yalnız Dünya da ilk ve tek olan Atatürk Cumhuriyetinin milli sanayiinin, ilk iş adamları, milli kaldıkları sürece -ki başka türlü de olamazlardı- Devlet’ den İnovasyon desteği alabiliyorlardı vs. vb…

 

            Ekseriyetle tekrar seçilen Putin’in “şayet NATO Ukrayna’ya girerse, bu 3. Dünya Harbinin yolunu açar” mealindeki ifadesinden sonra, Moskova Konser salonunda yapılan terör saldırısı; şayet zor oyunu bozar bağlantısıyla yapıldıysa, tetikçileri kiralayanların bunu bir düşünmesi lazımdı. Çünkü 3. Dünya Harbinin çıkması şayet kendi zoruyla programlanmışsa, bilin ki bunu hiçbir kuvvet engelleyemez.

 

            Bu nedenle de tarafların, aslında bütün Dünyayı ilgilendiren böyle bir durumu tetikleyecek düğmeye basmadan önce, Doğu ve Batı cephelerinin, Dünyanın geri kalanını ikna edecek bir nefsi müdafaa zorunluluğu oluşmasını da beklemek mecburiyetleri vardır. Bana sorarsanız tetiği ilk çekmek zorunda kalanın, Batılı taraf olacağını düşünüyorum. Tıpkı da son Moskova terör operasyonu gibi. Bunu daha açık ifade etmek ise bu yazıyı çok aşar.

 

            CHP Başkanı Sayın Özel’in seçim faaliyetlerine bakılınca, çok fedakâr, duyarlı, özverili ve çalışkan, duayeni Kılıçdaroğlu’na da yakışır bir Başkan olarak, Partili Belediye Başkan adaylarını azami bir gayretle savunduğunu görünce; çalışanın kazandığı bilinciyle de çabalarının hakkını fazlasıyla alacağını düşünüyorum. Bu arada, Trabzonlu seçmenleri ters köşeye yatırarak, Belediye Başkanlığına soyunan ve adı her neyse, bir beyinsize ise sormak lazım. Şike ile parafe ettiğin BJK ve FB kulüplerinin milyonlarca taraftarı yüzüne tükürse, acaba bir daha sokağa çıkabilir miydin, ya da çıkacak halin kalır mıydı? Sandık başında sallarken çektirdiğin resime, bir de bu tarafından bak istersen.

 

            Halk çoğunluğunun bütün yoksulluğuna rağmen, imar rantı müsaadelerinin gırla gittiği bir ülkenin Hükümeti de iktidarsız, dolayısıyla da adaletsiz, plansız, projesiz ve asosyal olunca, yapılacak meskenlerin, artan yapılaşmayla ya boş kalacak ya da yabancılara satılacağını da göz ününe alırsak; ülkemizin haline ağlayıp ağlamamak üzere kendimizi sorgulamak zorunda olduğumuzu da anlarız.

 

            Ayrıca ülkemizin en mağduru olanların yüzde %80’inden fazlası ev sahibi olmayan ayrıca enflasyon kamburu altında ezilen ve ev kiralarını bile ödeyemeyecek duruma düşürülen ve bir zamanların orta direğini teşkil eden emeklilerin ise hepsinin üstüne, yıllarca yol taşlarını bile döşedikleri, imar ettikleri, kendi ülkelerinde, bir de damsız kalacakları ve çadırlara muhtaç olacakları anlaşılıyor. O halde; nerede bu sosyal Devlet, kira ve mesken kontrolü, kiracı güvenliği diye sorgulamayalım mı şimdi? Ayrıca kiraya verilen evlerin konum ve yapısal durumları ile istenen kiraların denkleştirilmesini, kiracı ile ev sahibini karşı karşıya getirmeden yasal olarak sağlamak, sadece Devletin işidir.

           

            O halde sorguluyoruz! Hem de bir cumhuriyet Devletinin, tarihinde ilk defa, AKP ile 22 yıldır ve emsal bir ülkede olmayan seçim güvenliği sorunu ile de tanışmak zorunda kalmış yurttaşları ve de emeklileri olarak. Elbette, İnovasyoner, milli yatırımcı, vergilerini eksiksiz ve zamanında ödeyen, servetini kuruşuna kadar belgeleyebilen, ahlaklı iş adamlarımız da vardır. Ve onları tenzih ederek, bütün Devletlerin böyle iş adamlarına ihtiyacı olduğunu da ifade etmek, yerinde olacaktır.

 

            Gazze’ye bakınca da Ortadoğu’ya yerleşmeden Dünyanın geri kalanını soyamayacaklarını iyice anlamış olan siyonist emperyalistlerin, tertiplemiş oldukları uluslararası ‘tavşana kaç, tazıya kovala’ bağlamındaki insan avının, sürdürüldüğünü esefle görüyoruz. Ve acaba buna da ‘komplo’ demeyip, durumu sahiden kavrayabiliyor muyuz? Misakı milli hudutlarımızı dahiyane hesaplamış olan Atatürk sayesinde, Dünyanın merkezinde çok değerli eko-jeolojik bir konuma sahibiz. Hiç unutmayalım ki, şayet Doğudan koparsak, gözleri hep üstümüzde olan Batılı emperyalistlerin, silah deposu ve lejyonerlerinin manevra kampüsü haline geliriz ki düştüğümüz durum, salt bir sömürge bile olmaya rahmet okutur.

 

            Liman von Sanders’den ordu Komutanlığını alarak, Avrupa’da büyümüş; ama Türk gibi düşünen Atatürk, şayet Osmanlı’nın yere yatırdığı Türk Ordusunu, tekrar ayakları üstüne doğrultmasaydı, İstiklal mücadelemizi asla kazanamazdık. İşte Avrupa’da büyüyen; ama modern futbolu belki de rakiplerinden daha da iyi oynayabilen çocuklarımızın başında, şayet onlar gibi büyümüş; ama Türk gibi düşünen bir hocaları olsaydı, çok daha ruhlu olurlar, hele de defalarca yendikleri ve yenebilecekleri Avusturya ile tarihi bir hezimet yaşamazlar ve bunu milletlerine de yaşatmazlardı. İttihadı Terakki ve jön Türklerin; Atatürk ve İstiklal Savaşının da kaynağı olduğunu, lütfen anımsayalım.

                                                                                   Serendip Altındal

 

  

Ekler: HATIRATLARLA KARŞILAŞTIRILMALI NUTUK – İBB YAYINLARI

 

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci seçim dönemi, yeni Türkiye Devleti’nin tarihinde mutlu bir ge­çiş evresine rastladı. Gerçekten, dört yıllık Kurtuluş Savaşı’mız, milletimizin şanına yaraşır bir barışla sonuçlanmış bulunuyordu. 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imza edilen ant­laşma, 24 Ağustos 1923’te Meclis’te onaylandı.

 

LOZAN ANTLAŞMASI NEDİR? NEDEN ÖNEMLİDİR?

 

Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'nda kazandığı zaferin devamıdır, bir anlamda kurucu belgesidir. İsviç­re'nin Lozan (Lausanne) şehrin­de gerçekleştirildiği için bu şehrin adını taşır. Mudanya Barış Görüşmelerindeki başarısından dolayı İsmet İnönü Dışişleri Bakanlığı’na getirildi ve Lozan'a baş delege olarak gönderildi. Türkiye'yi tem­sil eden heyetin diğer isimleri Rıza Nur, Hasan Saka, Celâl Bayar, Zekai Apaydın, Lemi Saltık, Zülfü Tiğrel, Münir Ertegün, Yusuf Hikmet Bayur, Tevfik Bıyıklıoğlu, Tahir Ta­ner, Şükrü Kaya ve Fuat Ağralı'dan oluşuyordu. Lozan Konferansı 20 Kasım 1922'de başladı, ilk dönemi 4 Şubat 1923'e kadar sürdü. İkinci dönem 23 Nisan 1923'te başladı ve 24 Temmuz 1923'te sona erdi. Kon­feransa sekiz devlet davet edildi. Bunlar; İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya, Türkiye, Yunanistan, Yugos­lavya ve Romanya’ydı.

 

Amerika Birleşik Devletleri gözlemci olarak katıldı. Bu ülkelerden başka Boğaz­ların durumu için Sovyet Rusya ve Bulgaristan'la, ticaret konusu için de Belçika ve Portekiz'le görüş­meler yürütüldü. Yunanistan'dan istenen tazminat konusu gerek Lozan'da gerekse Ankara'da ciddi tartışmalara neden oldu. İsmet İnö­nü ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanı (Başbakan) Rauf Orbay arasında anlaşmazlık çıktı. Mustafa Kemal Paşa'nın araya girmesiyle bu so­run çözüldü. Türkiye-Irak sınırının belirlenmesi de daha sonraya bıra­kıldı ve 143 maddeden oluşan Barış Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Türkiye'nin sınırları ve Boğazlar üzerindeki egemenliği dünya tara­fından tanındı, kapitülasyonlar ve azınlıklarla ilgili sorunlar çözüldü...

 

Lozan bir eşitlik belgesidir. Başta Sevr olmak üzere, Birinci Dünya Savaşı'nı bitiren barış antlaşma­ları, karşılıklı olarak müzakere yapılmadan, ilgili devlete dayatılmak suretiyle imzalatılmıştır. Müttefik­lerin çizdikleri savaş sonu sınırı ve dayattıkları düzen zorla kabul ettiril­miştir. Halbuki Lozan böyle değildir ve tek istisnasıdır. I. Dünya Savaşını sona erdiren antlaşmalar içinde tek onurlu belgedir. Bu da kurulmakta olan yeni Türkiye'nin bir başarısıdır Ayrıca Lozan mazlum devletlere örnek olmuştur, bağımsızlık müca­delesi ateşini körüklemiştir ve em­peryalizme bir anlamda karşı çıkmıştır. Ayrıca Lozan bir ekonomik, bağımsızlık belgesidir ve ekonomiyi millileştirmenin ilk adımıdır. Kapitülasyonların kaldırılması ve Düyun-u Umumiye borçlarının ödemesinin bir plana bağlanarak, 1954 yılında bitecek biçimde devlet tarafından ödenmesi planını oluşturmuştur. Ve tabi ki Lozan bir siyasal bağımsızlık belgesidir. Türkiye’yi bağımsız bir Devlet olarak tanıyan ve bunu uluslararası planda tescil eden belgedir.

 

LONDRA ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA TÜRKİYE’YE YAPILAN DÖRT BARIŞ ÖNERİSİNİN KARŞILAŞTIRILMASI  

 

Efendiler, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra, düşman devletler Türkiye’ye dört kez barış koşullan önermişlerdir. Bunların birincisi, Sevr tasarısıdır. Bu tasarı İtilaf Devletleri’nce, Yunan Başbakanı

Bay Venizelos’un da katılmasıyla düzen­lenmiş ve üzerinde bir görüşme yapılmaksızın Vahdettin hükümetince 10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce bu tasarı tartışılmaya değer bile gö­rülmemiştir.

İkinci barış önerisi, Birinci İnönü Savaşı’ndan sonra toplanan Londra Konferansı’nın bitiminde, 12 Mart 1921’de yapılmıştır. Bu öneri, Sevr Ant­laşmasında kimi değişiklikler yapılmasını kapsıyor idiyse de değinilmemiş olan sorunlarda Sevr tasarısındaki maddelerin tümünün, olduğu gibi bıra­kıldığını kabul etmek gerekir.

Bu öneri bizce tartışma konusu olmadan, İkinci İnönü Savaşı’nın baş­lamasıyla sonuçsuz kalmıştır.

Üçüncü barış önerisi 22 Mart 1922’de, yani Sakarya Zaferi’nden ve Fran­sızlarla yapılan Ankara Antlaşmasından sonra, yakın bir saldırımızın beklendi­ği sıralarda, Paris’te toplanan İtilaf Devletleri dışişleri bakanlarınca yapılmıştır. Bu öneride, Sevr tasarısını temel edinerek işe başlama ilkesinden vazgeçilmişti; ama bu da ana çizgileriyle millî amacımızı gerçekleştirecek nitelikten uzaktı.

 

Dördüncü öneri, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelerdir.

İtilaf Devletleri’nin Türkiye’ye uygulamayı düşündükleri esaslarla, Millî Mücadele sonunda elde ettiğimiz sonucu açıkça gözden geçirmek için, bu dört türlü öneri arasında, yalnız en önemli konuları ele alarak kısa bir karşılaştırma yapmayı yararlı sayarım.

 

1. SINIRLAR

 

      a) Trakya sının:

         Sevr’de: Çatalca hattından biraz ileride bulunan Podima-Kalikratya hattı.

         Mart 1921 önerisinde: Söz konusu edilmemiştir.

         Mart 1922 önerisinde: Tekirdağ bizde; Babaeski, Kırklareli ve Edirne Yunanlarda kalmak üzere bir hat.

         Lozan’da: Karaağaç da bizde olmak üzere Meriç hattı.

a)     İzmir bölgesi:

             Sevr tasarısında: Bu bölgenin sınırlan Kuşadası. Ödemiş, Salihli. Ak­hisar ve Kemer iskelesine az çok          yakın yerlerden geçmektedir.

            Bu bölge Türk egemenliğinde kalacak ama Türkiye bu egemenliği kullanma hakkını Yunanistan’a             verecek: Türk egemenliğinin belir­tisi olarak İzmir şehrinin dış istihkâmlarından birinde Türk bayrağı             bulunacaktı. Bir bölge meclisi toplanacak ve beş yıl sonra bu meclis, bölgeyi temelli Yunanistan’a katmaya karar verebilecekti.

            Mart 1921 önerisinde: İzmir bölgesi Türk egemenliğinde kalacak, İzmir şehrinde bir Yunan kuvveti             bulunacak ve İzmir bölgesinin geri kalan yerlerinde, çeşitli soydan halkın sayısı oranına göre kurulan      bir jandarma birliği bulunacak, bu birliğe İtilaf Devletleri subayları komuta edecek.

            Yönetim işlerinde de yine [çeşitli milliyetlerden halkın] sayısı oranı göz önünde tutulacak ve bölgenin             Milletler Cemiyeti’nce atanacak Hristiyan bir valisi olacak, bu valinin yanında, seçim yoluyla kurulmuş bir meclis­le bir danışma kurulu bulunacak. Valilikçe, Türkiye ye, gelire göre artan bir vergi verilecek: Bu anlaşma beş yıl sürecek ve iki yandan birinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti’nce değiştirilebilecek.

            Mart 1922 önerisinde: Bütün Anadolu ve dolayısıyla İzmir de bize geri verilecek yollu aldatıcı bir söz      verme var. İzmir Rumlarının yönetime adaletli olarak katılması için, benzeri bir hak Yunanistan’da        kalacak Edime Türklerine de tanınmak koşuluyla, bir yöntem saptanması ko­nusunda İtilaf Devletleri,   Türkiye ve Yunanistan’la anlaşacaklardır. Lozan’da: Elbette bu gibi sorunlar söz konusu bile         olmamıştır.

b)    Suriye sınırı:

            Sevr’de: Akdeniz kıyısında, aşağı yukarı. Karataş burnundan başla­yarak Osmaniye, Bahçe, Gaziantep,     Birecik. Urfa, Mardin ve Nusay­bin’i epey güneyde ve Suriye topraklarında bırakan bir sınır.

            Mart 192fde: Aşağı yukarı şimdiki sınır olmak üzere Fransızlarla ayrıca bir anlaşma imzalanmıştır.

            Lozan’da: 20 Ekim 1921 günlü Ankara Antlaşması sınırları olduğu gibi bırakılmıştır.

c)     Irak sınırı:

            Sevr’de: İmadiye bizde kalmak koşuluyla, Musul ilinin kuzey sınırı.

         Mart 1921 önerisinde: Söz konusu edilmemiştir.

         Mart 1922 Önerisinde: Söz konusu edilmemiştir.

         Lozan’da: Sınırın saptanması sonraya bırakılmıştır.

a)    Kafkas sınırı:

         Sevr’de: Türk-Ermeni sınırının saptanması Amerika Başkanı Wil- son’a bırakılmıştır. O da, sınır olarak, Karadeniz kıyısında Giresun’un doğusundan başlayıp Erzincan’ın batı ve güneyinden, Elmalı, Bitlis ve Van Gölü’nün güneyinden geçen ve birçok yerde Birinci Dünya Savaşı’ndaki Türk-Rus Cephesi’ni izleyen bir hattı göstermiştir.

         Mart 1921 önerisinde: Milletler Cemiyeti, bir Ermeni yurdu kurul­ması için Doğu illerinden          Ermenistan’a bırakılacak toprakları sapta­mak üzere bir komisyon görevlendirecek ve Türkiye bu komisyonun kararını kabul edecek.

         Mart 1922 önerisinde: Bir Ermeni yurdu kurulması için Milletler Cemiyeti’nin yardımı isteneceğinden söz edilmektedir.

            Lozan’da: Bu sorun ortadan kaldırılmıştır.

b)     Boğazlar bölgesi:

         Sevr’de: Rumeli’nin Türkiye’de kalan parçasının tümü.

         Anadolu’da Ege Denizi kıyısında, aşağı yukarı İzmir bölgesi sınırın­dan başlayarak Manyas Gölü’nün güneyine, Bursa ile İznik’in biraz kuzeyinden ve Sapanca Gölü’nün batı ucundan Ahbabadır Deresi’nin [“Ağva” deresi olabilir. Nutuk'un ilk baskısına ekli haritadaki sınır bu kanıyı pekiştirmektedir] kavşağına kadar uzanan bir çizgi ile sı­nırlandırılmış bir bölge. Bu bölgede asker bulundurma ve askerlikle ilgili eylemler yapma hakkı yalnız İtilaf Devletleri’nin olacaktır. Adı geçen bölgedeki Türk jandarması da İtilaf Devletleri komutanlığına bağlanacaktır.

         İtilaf Devletleri, bu bölgedeki askerlikle ilgili işlerde kullanılabi­lecek tren ve karayolları yapımını yasaklayabileceği gibi, yapılmış olan yollardan bu işlerde kullanılabilecek olanları da    bozdurtabilecektir.

         Mart 1921 önerisinde: Çanakkale’nin güneyinde Bozcaada karşısından Karabiga’ya çekilen çizginin kuzeyi ile Boğaziçi’nin iki yakasında 20-25 kilometrelik bir bölge.

        Çanakkale Boğazı’na egemen olan her iki yanındaki adalar.

 

İtilaf Devletleri yalnız, Yunanistan'a kalacak olan Gelibolu ile bize kalacak olan Çanakkale’de asker bulunduracak; bu koşulla İstanbul’u ve İzmit Yarımadası’™ boşaltacak ve Türkiye’nin İstanbul’da asker bulundurmasına ve Anadolu’dan Rumeli’ye ya da Rumeli’den Ana­dolu’ya asker geçirmesine izin verecektir.

Mart 1922 önerisinde: Çanakkale’nin güneyinde Erdek Yarımadası dışta kalmak üzere Çanakkale sancağı, Boğaziçi’nin güneyinde o za­man yansız sayılan bölge, yani aşağı yukarı İzmit Yarımadası askersiz bölge olacaktır.

Bizde, İtilaf Devletleri’nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

Lozan’da: Gelibolu Yarımadası’yla Kumbağı, Bakla Burnu hattının güneydoğusu; Çanakkale bölgesinde kıyıdan yirmi kilometrelik bir bölge ve Boğaziçi’nin iki yakasında kıyıdan on beş kilometrelik birer bölge ve Marmara’da da İmralı Adası’ndan başka adalar ile Bozcaada ve İmroz askersiz duruma getirilecektir.

Hiçbir yerde İtilaf Devletleri’nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

2. KÜRDÎSTAN

Sevr’de: Fırat’ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölge için İtilaf Devletleri delegelerinden kurulacak bir komis­yon, yönetim biçimi hazırlayacaktır.

Antlaşmanın imzasından bir yıl sonra, bu bölgenin Kürt halkı, Mil­letler Cemiyeti’ne başvurarak, Kürtlerin çoğunluğunun Türkiye’den ayrı, bağımsız bir devlet kurmak istediğini kanıtlarsa ve Milletler Ce­miyeti bunu kabul ederse, Türkiye bu bölgedeki her türlü hakların­dan vazgeçecektir.

Mart 1921 Önerisinde: İtilaf Devletleri yeni durumu göz önünde tu­tarak bu konuda Sevr tasarısında değişiklik yapmayı dikkate almak eğilimindedirler. Özerk bölgeler ile Kürt ve Asurlu-Geldanlı çıkarla­rının yeterince korunması için bizce kolaylık gösterilmesi koşuluna bağlanmıştır.

Mart 1922 önerisinde: Söz konusu edilmemiştir.

Lozan'da: Elbette söz konusu ettirilmemiştir.

3. İKTİSADİ NÜFUZ BÖLGELERİ

Sevr Antlaşması’ndan sonra İtilaf Devletleri’nin aralarında imzala­dıkları üçlü anlaşmaya göre:

 Fransız nüfuz bölgesi:

Suriye sınırıyla aşağı yukarı Adana ilinin batı ve kuzey sınırı ve Kay­seri ile Sivas’ın kuzeyinden geçen ve Muş’a yaklaştıktan sonra bu ken­ti dışarıda bırakarak Cezire-i ibn-i Ömer’e İCizre] uzanan bir hattın içinde kalan bölge.

 İtalyan nüfuz bölgesi:

İzmir Yarımadası’ndan çıktıktan sonra Afyonkarahisar’a dek Anado­lu tren yolu ve oradan Kayseri yakınında Erciyes Dağı yöresine dek uzanan hatla İzmir bölgesi, Ege Denizi, Akdeniz ve Fransız bölgesi arasında kalan bölge.

Mart 1921'de: Bekir Sami Bey’le Fransız ve İtalyan dışişleri bakanları arasında imzalanıp hükümetçe kabul edilmeyen anlaşmalara göre:

 Fransız nüfuz bölgesi:

O sırada Fransızların işgali altında bulunan yerlerle Sivas, Elâzığ ve Diyarbakır illeri.

 İtalyan nüfuz bölgesi:

Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancakları ile Afyonkarahisar, Kütah­ya, Aydın ve Konya sancaklarının sonradan saptanacak yerleri.

Mart 1922 önerisinde: Söz konusu edilmemiştir. Lozan'da: Söz konusu edilmemiştir.

4. İSTANBUL

Sevr'de: Antlaşma doğru uygulanmazsa, İstanbul da bizden alma çaktır. Mart 1921 önerisinde: Bu gözdağının kalkacağı, Türkiye’nin İstanbul’da asker bulundurabileceği ve Boğaziçi’nin çevresindeki askersiz bölgeden asker geçirmemize izin verilebileceği yazılıdır.

Mart 1922 önerisinde: İstanbul’dan çıkarılacağımız yolundaki göz- dağının kaldırılacağına ve İstanbul’da bulundurulabilecek Türk kuv­vetinin de artırılacağına söz verilmektedir.

Lozan'da: Söz konusu olmamıştır.

 

5. VATANDAŞLIK

 

Sevr'de: Gerek İtilaf Devletleri’nden (Yunanistan da içinde olmak üzere) gerek yeni kurulan devletlerden (Ermenistan vb.) birinin uy­rukluğuna girmek isteyen Türk uyruklarından hiç kimseye, Türk Hükümeti’nce engel olunmayacak ve bunların yeni uyrukluğu kabul edilecektir.

Mart 1921 önerisinde: Söz konusu edilmemiştir.

Mart 1922 önerisinde: Söz konusu edilmemiştir.

Lozan Antlaşması'nda: Söz konusu edilmemiştir.

Ancak, görüşmeler sırasında İtilaf Devletleri bir adamın uyrukluğu­nu saptamak işinde Türkiye’deki yabancı elçiliklerle konsolosluk­ların verecekleri belgelerin yeter sayılmasını istemişlerdi. Bu öneri, Sevr tasarısının yukarıda söz konusu edilen 128'inci maddesinin yeni bir biçimiydi. Elbette bunu kabul etmedik.

6. ADLİ KAPİTÜLASYONLAR

Sevr'de: İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya temsilcilerinden kurulan dört üyeli bir komisyon, kapitülasyonlardan yararlanan öteki devlet­lerin uzmanlarıyla birlikte yeni bir yöntem düzenleyecek ve Osmanlı Hükümeti’yle görüştükten sonra bu yöntemi öğütleyebilecek. Osmanlı Hükümeti bu yöntemi kabul edeceğine şimdiden kesin söz verecek.

Mart 1921 önerisindeSözü geçen komisyonda, Türkiye’nin de tem­silci bulundurmasını İtilaf Devletleri kabul etmektedir.

Mart 1922 önerisinde: 1921 önerisi gibi.

Lozan'da: Ayrıcalık haklarıyla ilgili hiçbir şey yoktur. Danışma nite­liğinde olmak üzere, birkaç yabancı uzmanı, beş yıl için, çalıştırmayı kabul ettik.

 

7. AZINLIKLARIN KORUNMASI

Sevr’de: 1918 ateşkes antlaşmalarından sonra yapılan bütün antlaş­malarda bulunan hükümlerden başka, Türkiye’ye, özellikle şunlar da Kabul ettirilmek istenilmiştir:

Yerlerinden ayrılmış olan ve Türk olmayan bütün halkın eski yer­lerine gönderilmesi.

Başkanları Milletler Cemiyeti’nce atanacak olan hakem kurullar aracılığıyla bunların haklarının geri verilmesi; bu komisyonlar isterler­se, Türk olmayan halkın yıkılmış olan mallarının onarılması için de paraları hükümetçe ödenmek üzere işçiler sağlanması, göç ettirme ve buna benzer işlerde parmağı bulunduğu, adı geçen kurullarca savlanan herkesin sürgün edilmesi vb.

a. Türk Hükümeti, azınlıkların, Millet Meclisi’nde kendi sayıları ora­nında temsilci bulundurmalarını sağlayan bir seçim yasası tasarısını iki yıl içinde Müttefik Devletlere sunacaktır.

b. Patrikhanelerle bunlara benzer kurumlara tanınmış olan bütün ay­rıcalıklar pekiştirilmekte ve artırılmakta, bunların yönettikleri okul, öksüzler yurdu ve benzerleri üzerinde o güne kadar hükümetin kul­lanmış olduğu az etkili bir denetleme hakkı da kaldırılmaktadır.

c. İtilaf Devletleri, Milletler Cemiyeti Meclisi’ne danışarak bu karar­ların yürütülmesini sağlamak için alınması gereken önlemleri sapta­yacaklardır. Türkiye bu konuda, sonradan alınacak her önlemi kabul edeceğine şimdiden kesin söz verecektir.

Mart 1921 önerisinde: Azınlıklardan söz edilmemiştir. Bu öneri Sevr’de yapılacak değişikliklerden söz ettiği için, bundan, adı geçen antlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümünün değiştirilmeyeceği çıkarılabilir.

Mart 1922 önerisinde: Türkiye ve Yunanistan’daki azınlıklarla ilgili bir sıra önlem önerileceği ve bunların iyi uygulanmasını denetleme için Milletler Cemiyeti’nce komiserler atanacağı yazılıdır. Önlemlerin ne olacağı belirtilmemiştir.

Lozan’da: Misak-ı Millîmizde kabul etmiş olduğumuz üzere ve yalnız Müslüman olmayanlara uygulanmak için, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan bütün uluslararası anlaşmalarda bulunan hükümler.

 

8. ASKERLİKLE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

Sevr’de: Türkiye’nin silahlı kuvvetleri şu sayıları aşmayacaktır:

Padişahı Koruma Birliği 700 kişi

Jandarma                           35.000 kişi

Jandarmayı desteklemek için özel birlikler 15.000 kişi Toplam   50.700 kişi

Harp Akademisi ve askerî okul öğrencileri, depo birliklerinde ve çeşit­li işlerde görevli erlerle subaylar da bu sayının içindedir.

Özel birliklerin, 15 batarya dağ topu bulunabilecek; sahra topu ya da ağır topu olmayacaktır.

Ülke, çeşitli bölgelere ayrılacak ve her bölgede bir jandarma birliği (legion) bulunacaktır.

Jandarmanın topu ve teknik araçları bulunmayacaktır.

Özel birlikler kendi bölgelerinin dışında kullanılamayacaklardır.

Jandarma subayları arasında, bin beş yüzü geçmemek üzere, yabancı subay bulunacaktır. Her bölgedeki yabancı subaylar bir tek ulustan olacaktır. Sonradan saptanacak olan bu bölgelerin sayısı belirtilmemekle bir­likte; sayının, İtilaf Devletleri’nin düşüncesine göre, en az dört olaca­ğı, antlaşmanın kimi hükümlerinden, özellikle bir birliğin kuvvetinin bütün birlikler (legion) kuvvetinin dörtte birini aşmayacağı yolunda­ki hükümden çıkarılabilir. Böylelikle İngiltere, Fransa ve İtalya su­baylarının birer bölgesi bulunacağı gibi, belki Yunanistan’a ve belki de ileride Ermenistan’a birer bölge verilmesi düşünülmüştür.

Özel birliklerin erleriyle jandarmaların hepsi aylıklı olup bunlar, en az on iki yıl askerlik yapacak ve zorunlu askerlik ödevi kalkacaktır.

Her bölgedeki birliğe (legion) alınacak erler ve subaylar o bölge hal­kından olacak ve askerler arasında her soydan adam bulundurulmasına elden geldiğince dikkat edilecektir. Deniz kuvvetlerimiz yedi sloop [gambot] ile altı torpidoyu geçmeye­cek; hiçbir uçağımız ve güdümlü balonumuz olmayacaktır.

İtilaf Devletleri’nin kara, deniz ve hava denetleme komisyonlarının, Ülkemiz içinde her türlü denetlemeye haklan olacaktır. Özellikle Kara Denetleme Komisyonu:

Türkiye’nin kullanabileceği polis, gümrükçü, orman koruyucusu vb. gibi görevlilerin sayısını saptamak; artacak silah ve cephanelerimizi almak, ülkemizi bölgelere ayırmak, her bölgede bulunacak jandarma ve özel birlik sayısını saptamak, bunların hangi işlerde, nasıl ça­lıştırıldıklarını denetlemek, yabancı subayların sayısını ve oranını saptamak ve hükümetle iş birliği yaparak yeni silahlı kuvvetlerimizi düzenlemekle vb. görevli olacaktır.

Mart 1921 önerisinde: Jandarma sayısı: 45.000’e, özel birliklerin as­ker sayısı 30.000’e çıkarılmıştır.

Hükümet, jandarmanın dağıtımını, İtilaf Devletleri’nin yukarıda sözü geçen Kara Denetleme Komisyonu ile anlaşarak yapacaktır. Jandarma subay ve astsubay oranı yükseltilecektir. Yabancı subay sayısı azaltılacak ve bunların birliklere dağıtımı, Kara Denetleme Komisyonu ile hükümet arasında uzlaşılarak kararlaştırılacaktır (Bununla belki de her bölgede bulunacak yabancı subayların tek bir ulustan olmayacağı anlatılmak istenmişti).

Mart 1922 önerisinde: Aylıklı er kullanılması ile ilgili yöntem, oldu­ğu gibi bırakılmış; jandarma 45.000’e, özel birliklerdeki asker sayısı 40.000’e çıkarılmıştır.

Jandarmada yabancı subayların kullanılması Türkiye’ye öğütlenmekle birlikte bu, koşul olarak ileri sürülmemektedir.

Lozan’da: Trakya ve Boğazlarda askersiz duruma getirilen bölgelerle ilgili sınırlamalardan başka hiçbir şey yoktur. Dahası, Boğaziçi’nin iki yakasındaki askersiz bölgede 12.000 asker bulundurabilmek hakkım kazanmışızdır. Bu bölgeler için bile hiçbir denetleme kabul edilmemiştir.

 

9. CEZA

Sevr tasarısında: Türkiye, savaş sırasında savaş Kurallarına ayıcın davranışlarda bulunmuş ya da Türkiye içinde kıyımlar yapmış ve zorla göç ettirme gibi işlere karışmış olan kimseleri, isterlerse. İtilaf Devletleri (bu arada Yunanistan) ve Türkiye’den toprak almış olan devletler

(Ermenistan ve başkaları) teslim edecektir. Bu kimseler, kendilerini is­teyen devletin askerî mahkemesince yargılanacak ve cezalandırılacak­lardır.

Mart 1921 önerisinde: İtilaf Devletleri’nin önerilerinde bundan söz edilmemiştir. Ancak Bekir Sami Bey’in, İngilizlerle imza etmiş oldu­ğu mübadele sözleşmesinde, elimizdeki bütün İngilizlerin verilmesi­ne karşın bir kısım Türkleri suçlu sayarak İngilizler elinde bırakmayı kabul etmiş olması, Sevr tasarısında bulunan eski hükümlerin daha yumuşatılmışından başka bir şey değildir.

Mart 1922’de: Bundan söz edilmemiştir.

Lozan’da: Söz edilmemiştir.

10. MALİ HÜKÜMLER

Sevr’de: İtilaf Devletleri, Türkiye’ye yardım olsun diye, İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerinden bir maliye komisyonu kuracaklar ve bu komisyonda danışman niteliğinde bir Türk komiseri buluna­caktır.

İşbu komisyonun görevleri ve yetkisi aşağıdaki gibi olacaktır:

a)    Türkiye’nin gelirlerini korumak ve artırmak için her türlü önlem­leri alabilecektir.

 

b)    Türk Meclis-i Mebusanı’na sunulacak olan bütçe, önce Maliye Komisyonuna sunulacak ve onun kabul ettiği biçimde, Meclis’e gön­derilecektir. Meclis’in yapacağı değişiklikler, ancak komisyonca uy­gun görülürse yürürlüğe konulabilecektir.

 

c)    Komisyon, doğrudan doğruya kendisine bağlı olacak ve üyeleri kendisinin uygun bulacağı kişilerden seçilip atanacak Türk Maliye Teftiş Kurulu aracılığı ile bütçenin ve mali >asa ve tüzüklerin uygu­lanmasını denetleyecektir.

 

d)    Düyun-u Umumiye [Genel Borçlar Kurulu] ve Osmanlı Bankası’yla an­laşarak Türkiye’nin para işlerini      düzenleyecek ve düzeltecektir.

 

   e) Türkiye’nin, genel borçlara karşılık tutulan gelirler dışında kalan bütün gelirleri işbu Maliye       Komisyonu’nun enirine verilecektir. Komisyon bunlarla:

İlkin kendisinin ve Türkiye’de kalacak olan İtilaf Devletleri kuvvet­lerinin giderlerini karşıladıktan sonra, 30 Ekim 1918’den beri İtilaf Devletleri ordularının gerek bugünkü Türkiye’de gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli kesimlerindeki giderlerini ödeyecektir.

İkinci olarak, Türkiye yüzünden zarara uğrayan bütün İtilaf Devletleri uyruklarının zararlarını ödeyecektir.

Türkiye’nin gereksinimleri bundan sonra düşünülecektir.

    f) Hükümetçe verilecek her bir ayrıcalık, Maliye Komisyonu’nun ona­masına bağlıdır.

    g) Şimdi yürürlükte olan kimi vergilerin Genel Borçlar Kurulu’nca doğrudan doğruya toplanması yöntemi, komisyonun onayıyla, elden geldiği kadar genelleştirilecek ve bütün Türkiye’de uygulanacaktır. Gümrükleri, Maliye Komisyonu’nca atanıp işten çıkarılabilecek ve bu komisyona karşı sorumlu olacak bir genel müdür yönetecektir vb.

 

Mart 1921 önerisinde: Yukarıda adı geçen Maliye Komisyonu, Türk maliye nazırının onursal başkanlığı altında bulunacaktır. Komisyon­da bir Türk delege bulunacak ve Türk mâliyesi ile ilgili işlerde oy kul­lanacaktır. İtilaf Devletleri’nin mali çıkarları ile ilgili işlerde ise Türk delegesinin yetkisi, ancak danışma niteliğinde olacaktır. Türk Millet Meclisi’nin, Türk maliye nazırı ile Maliye Komisyonu’nca birlikte hazırlanacak bütçede değişiklik yapma yetkisi bulunacaktır. Ama yapılacak değişiklikler, bütçenin denkliğini bozacak nitelikte ise bütçe onanmak üzere yeniden Maliye Komisyonu’na gönderilecektir. Türk Hükümeti, ayrıcalıklar verme hakkını yine elde edecektir. Ancak, Türk maliye nazırı bu konudaki sözleşmelerin Türk hazinesi çı­karına uygun olup olmadığını Maliye Komisyonu ile birlikte inceleye­cek ve bu konuda birlikte karar alınacaktır.

Mart 1922 önerisinde: Maliye Komisyonu kurulmasından vazgeçile­cektir. Ama İtilaf Devletleri’ne olan savaştan önceki borçların ödenmesi ve pek aşırı olmayan bir zarar ödentisinin verilmesi için gereken deııetlemenin Türk egemenliği ilkesiyle bağdaştırılmasına çalışılacaktır.

 

Savaştan Önceki Genel Borçlar Kurulu, olduğu gibi bırakılacak ve yu­karıda sözü edilen iş için İtilaf Devletleri’nce bir Tasfiye Komisyonu kurulacaktır.

Lozan’da: Bu gibi bağlayıcı hükümlerin hepsi kaldırılmıştır.

 

11. İKTİSADİ HÜKÜMLER

 

Sevr’de: Kapitülasyonlar, savaştan önce bunlardan yararlanan İtilaf Devletleri uyruklarına yine verileceği gibi, bu haklardan daha önce yararlanmamış olan devletler (Yunanistan, Ermenistan vb.) uyrukla­rına da yeniden verilecektir.

(Bu haklar arasında birçok vergi bağışıklıkları bulunduğu; ayrıca, uyrukluk bölümünde görüldüğü üzere, her Türk uyruğunun İtilaf Devletleri'nden birinin uyrukluğuna girmesine engel olma hakkının bizden alındığı düşünülürse, bu hükmün kapsamı daha iyi belirir.) Gümrük tarifeleri için 1907 tarifesi (%8) yeniden yürürlüğe konul­maktadır.

Türkiye, Müttefik Devletleri’n gemilerine en azından Türk gemileri­ne verdiği hakları tanıyacaktır.

Yabancı postalar yeniden kurulacaktır.

Mart 1921 önerisinde: Yalnız yabancı postaların birtakım koşullar altında kaldırılmasının düşünüleceği söylenilmekte olduğuna göre, öbür hükümler olduğu gibi bırakılmaktadır.

Mart 1922 önerisinde: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Türkiye delegelerinden ve kapitülasyonlardan yararlanan öteki devletlerin uzmanlarından kurulacak bir kurul, barışın yürürlüğe girişinden sonraki üç ay içinde, İstanbul’da toplanıp ayrıcalık haklarıyla ilgi­li yöntemin değiştirilmesi için öneriler hazırlayacaktır. Mali işlerde bu Öneriler, yabancı uyrukluların Türklerle eşit vergi vermesini sağlayacaktır. Bu öneriler hazırlanırken gümrük vergisinde gerekli görülecek değişikliklerin yapılması da düşünülecektir.

Lozan’da: Kapitülasyonların her türlüsü tümden ve süresiz olarak kaldırılmıştır.

 

12BOĞAZLAR KOMİSYONU

Sevr’de: Kendine özgü bayrağı, bütçesi ve kolluğu bulunacak olan bu komisyon, gemilerin boğazlardan geçmesi, fenerler, kılavuzluk... vb. gibi işlerle uğraşacak ve daha önce Yüksek Sağlık Kurulu'nun yaptığı görevlerle kurtarma işleri artık bu komisyonun gözetimi altında ve onun direktifine göre yürütülecektir. Komisyon, boğazların özgürlüğünü tehlikede görürse İtilaf Devletleri’ne başvurabilecektir. Komisyonda Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya de­legelerinin ikişer oyu olacaktır.

Amerika istediği zaman, Rusya da Milletler Cemiyeti’ne girerse, an­cak o zaman, komisyona katılabileceklerdir.

Komisyon üyeleri, diplomatik bağışıklıklardan yararlanacaklardır. Komisyona, sıra ile ve ikişer yıl süre ile iki oyu olan devletlerin dele­geleri başkanlık edeceklerdir.

Mart 1921 önerisinde: Türk delegesinin de iki oyu olacak ve Boğazlar Komisyonu’na başkanlık edecektir.

Mart 1922 önerisinde: Yine Türk delegesi komisyona başkanlık ede­cektir. Boğazlarla ilgili bütün devletlerin komisyonda delegeleri bu­lunacaktır.

Lozan’da: Komisyonun başkanlığı bize verilmiştir.

Komisyonun görevi, gemilerin boğazlardan geçişinin Boğazlar Söz­leşmesi hükümlerine uygunluğunu sağlamaktır. Komisyon her yıl Milletler Cemiyeti’ne rapor verecektir.

Lozan Antlaşması ile İstanbul’daki Uluslararası Sağlık Kurulu da kal­dırılarak sağlık işleri Türkiye Hükümeti’ne bırakılmıştır.

Saygıdeğer efendiler, Lozan Barış Antlaşmasındaki hükümleri, öbür barış önerileriyle daha çok karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir si­yasal zafer eseridir.

                                                                            Mustafa Kemal Atatürk -NUTUK-

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipa...@gmail.com