Blog Arşivi

15 Şubat 2023 Çarşamba

EKONOMİK TEDBİRLER ve DEPREM ÜZERİNE..

 


                  2. ci Dünya Savaşında Türkiye’nin Ekonomik Tedbirleri: (Varlık Vergisi 1942)

           

HDP’li Demirtaş’a da bir hatırlatma yapmak gerekirse; Milli İttifak programının açıklanmasından sonra, ezkaza AKP ile farazi bir yaşam ittifakı yapmak gibi bir gafletin içine düşerlerse, kendi seçmenlerinden umdukları reyi asla alamayacakları gibi, Partilerinin yasama hakkı gibi olmayacak bir fantezinin bütün çabalarına rağmen yaratacağı hüsranı, geriye kalan azınlıklarıyla birlikte paylaşmak zorunda kalacaklardır.

 

Oysa geleceği garanti edilen bağımsız ve hakça kalkınmış bir Türkiye Cumhuriyetinin imrenilen vatandaşları olarak, yaşamanın huzuru ve güvencesinden yoksun kalmamak varken. Kendi düşünceme gelince; başlarken önce de Harbiye-Fatih gibi eski bir İstanbul argosuyla anlamı da güçlendirerek, HDP partisinin demokratik haklarının verilmesine, şayet kendi hesaplarına bir özerklik politikası uygulamayacaklar ve milli birliği tamamen destekleyeceklerse ancak kendi adıma onay veririm.  

 

Melal, bu duruma gelmişken, vatandaşımıza da sormamız gerekiyor: Kardeşim, memleketinde daha önce hiç, bugün Milli İttifakın açıkladığı gibi mufassal ve Partiler üstü; 6 farklı görüşte muhalif Partinin ortak bir mutabakat protokolüyle İktidara talip olduğu bir seçimde rey kullandın mı? Veya ülkende bunu yaşamış birisini tanıyor musun? Hayır diyeceğini bende biliyorum. O halde hangi nedenle hala öküzün altında buzağı aramağa kalkıyorsun? Oluruna bırak, seçimden sonra nasıl olsa bütün yıkılan taşların tekrar yerli yerine oturacağını, sende anlayacaksın. Ayrıca seçilecek Liderin popülist değil; ama önce İDEAL LİDER olmak zorunda olacağını İnşallah anlamışsınızdır. Hele de 21 senedir bir salt popüliste tahammül edilmek zorunda kalınmışsa.

 

Hâkimler ve savcılar başlığı altında toplanan bütün hukukçulara da bir anımsatma yaparsak; ülkemizin bugün yere devrilmiş, hukuk sistemi içinden vicdan ve onur sahibi olup adalet yemini etmiş bütün hukukçuların, yerdeki yığın içinden tekrar Devlet masasının üstüne eleneceği şeref ve itibar günlerine, fazla zaman kalmadı. Bu nedenle de hepsinin şapkalarını önlerine koyup bir durum tespiti yapmaları, menfaatleri gereği olacaktır.

 

2 Şubat günü bir basın oturumunda 46 yılında çıkarılan bir ekmek karnesini gösterip, bugün aynı durumda olmadıklarını kıvançla (!) ifade etti. Bunu yaparken de yine elma ile havucu birbirine karıştırdı. Yani 2 ci. Dünya ya da miğfer Harbinin nihayeti ve Dünya’nın karmakarışık olduğu o kader günlerinde İsmet İnönü, Türkiye’yi bir Dünya harbinin bile dışında tutabilme becerisini gösterip, harp günlerinde ülkelerinde ekmek bile bulamayan, sokaklarda ölmüş hayvanların dahi etlerini keserek yemek zorunda kalan kürklü kadınların bile durumuna milletini düşürmemek için, geçici bir süre, ekmek karnesi gibi hayati bir önlemle, o yokluk günlerinde milletinin birbirini yemesinin de önüne geçmiştir. Ayrıca tedbir amaçlı sadece ekmek karnesi verilmemiştir, başlık resmindeki gibi ekonomik gerçekleri de vardı ülkenin. Herhalde bunlar unutulmuş ya da seçilmemiştir. İnanmayanlar, İnternette o günlerin resimli belgelerini de sunular halinde, fazlasıyla bulabilirler.

 

3 Şubat günü Bakan Nebati’nin açıklamasına göre enflasyonun belinin kırılmış olduğunu okuyunca, Türkiye’den bahsetmiyor herhalde yine sapla samanı karıştırdı düşüncesi, bizi hararetle kutlayarak elimizi öptü. 4 Şubat günü elma şekeri elinden alınmış bir çocuk hırsıyla, buna yapanlara çakıp bellerini doğrultulamamalarını isteyen Erdoğan, aynanın karşısına bir kum torbası koyup şayet torbayı dövmeye başlarsa belki avunur diye düşünüyor insan. Belki de bu sayede millet ittifakının beli kırılmaktan kurtulur, kim bilir?

 

Yalnız açlık sınırındaki milletin bir de beli kırılırsa, kendilerini artık kim taşıyabilir ki(!) Hâlbuki böyle bir durumda, artık atıp tutmayı bırakan akıllı bir siyasinin ilk yapacağı iş, bir önceki yazımda öngördüğüm Z kuşağıyla ilgili önerilere, büyük bir içtenlikle ve olgun bir kararlılıkla değinen ve beklenen Lider olma özelliklerini de bünyesinde taşıyan Sayın Kılıçdaroğlu’nun, gençliğe hitabesini dinleyen gençlere duygudaşlık oluşturarak, kendi çağlar dışında kalmış siyasetiyle başına neler gelebileceğini, daha iyi anlaması da gerekirdi.

 

6 Şubat günü ise; ekonomik tedbirlerden bahsediyorken birdenbire, aslında hanidir işaret veren riskli faylar bölgesinin üstünde ortaya çıkan veya çıkartılan anafor depremi veya birbirini ustaca tetikleyen depremler silsilesi, ülkelerin yukarıdan bomba atılmadan, artık altından da işgal edilebileceğinin asla bir tesadüf olmadığını ve olmayacağını bize bir kere daha gösterdi. Ayrıca olan biteni anlamak için bilgiç komplo dili safsatalarına başvurmaya da hiç gerek yoktur. Çünkü bir akıl, bilim ve iletişim dili olan güzel Türkçemizle, düşüncelerimizi herkesin derhal anlayacağı gibi ifade edebilme imkânına nasıl olsa sahibiz.

 

Ve biliyoruz ki doğa, asla evrensel kuralların dışında ve bilim dışı bir oluşum yaratmaz, şayet tam da istenen bir bölgede ve zamanında beklenen bir oluşum meydana gelmişse, bu ancak insan eliyle yapılmış demektir. İşte bu Depremin, aynı güçte; ama farklı cihetlere yöneltilen depremlere dönüşme emsalsizliği de aynı nedendendir. Mesela riskli bölgelerin (fay bileşkeleri gibi) derinlerine daha önceden gömülen çok güçlü; ama parmak izi bırakmamak için nükleer olmayan, dijital alıcı patlayıcılar, çok uzaklardan, uydulardan bile tetiklenerek zincirleme depremlere de neden olabilir. Depremin şiddetine bakınca, ülkemizin de birileri için ne kadar vazgeçilemez olduğu anlaşılmıyor mu(?)

 

Uydularda çok daha önceden beri mevcut olan Dünya yeraltı fay haritalarında, tespit edilen fay kesişme noktalarının derinliklerine yerleştirilen güçlü patlayıcıların uydudan tetiklenmesiyle, çok daha ekonomik ve de daha etkili olarak bu işin yapılması, hem çok kolay hem de fark edilemez olacaktır. Yoksa bu büyük hasarın, uzaktan şua yayınları ve ses bombalarıyla vs. yapılacağına inanmak mantık dışıdır. Yani anlayacağınız bizde olduğu gibi olağanüstü bir kıyam oluşturabilmek için, hem de Türkiye gibi bir deprem ülkesinde, doğaüstü keşifler ve astronomik masraflar yapmağa da hiç gerek yoktur. Zira eldeki araç ve gereçlerle bu işler çok daha çabuk, ekonomik, sessiz ve gizlice yapılabilir. Ve ayrıca üst üste tetiklenen büyük patlamalarla ortaya çıkan enerjinin, misliyle çarpılacağı da hiç yadsınmamalıdır.

 

Esasen benim de Marmara depreminde sallanırken, Marmara da birden yükselen ışığı kendi gözlerimle görmüş olmam, arkasından Gölcük Depreminde de görülen aynı ışık, şimdi de 10 İlimizi içine alan zincirleme depremlerde de aynı durumun yaşanması, aslında bu durumu tamamıyla teyit ediyor. Çünkü çıkabilecek metan gazı gibi yanıcı gazları bile patlatabilmek için alev gerekir. Oysa deprem bölgesi, Dünya çekirdeğinin mağma eriğinden erişilemez uzaklıktaydı.

 

Ne var ki birileri bizi fena halde kafaya alıyor. Aynı bağlamda herkes bir daha anladı ki kayıplarımızın nedeni deprem değil, kural dışı yapılmış binalardı. Çünkü bu durumu teyit eden, komşuları yerle bir olmuşken diğerleri dimdik, sanki deprem geçirmemiş gibi ayakta kalan binalardı. İnsanlarımız ve milli servetimiz helak olurken, biz hala uyumaya devam ediyoruz. Çünkü biz, başımıza gelebilecekleri başımıza gelmeden önce, ne yazık ki anlayamıyoruz.

 

Gölcük depreminden bile daha şaibeli olan bu son deprem anaforu ise bağımsız, ama salt bilimsel araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. Zira patlamada oluşan elektronların bile hangi yöne gideceği, çok yakında bir gün kuantum laboratuvarlarında bilimsel olarak hesaplanabilecektir. Şaibeli Gölcük depremini de anımsayarak ve hemen yine ‘komplo teorisidir’ demeden önce, şapkalarımızı önümüze koyup biz yine de bir düşünelim derim.

 

Düşünürken de tek bir uzmanın değil; ama diğer uzmanların beyin fırtınalarının sonuçlarını da araştıralım. Çünkü tam da seçim döneminde, seçimleri de etkileyecek 10 ilde, 3 aylık bir OHAL kararı sizce, acaba hangi nedenle alınmış olabilir. Yoksa o bölgelerde yeniden şapkadan tavşan çıkartma sahneleri mi kurulacaktır. Veya seçimler ileri bir tarihe mi alınmak istenmektedir.

 

Çünkü aynı günlerde ülkemize gelip bayrağını gözümüze sokarak, Dolmabahçe Sarayına karşı da topunu diken sahte dost USA gemisi, olacakları bize ve Asyalı dostlarımıza pekâlâ önceden göstermiş ve diğer depremlerin olabileceğinin işaretini de vermiş, hatta ülkemizdeki sahte uzman yandaşlarını da harekete geçirmiş olabilir. İyi de bu dahi kendi şahıslarını ne kadar güven altında tutabilecektir. Bu da ayrı bir meseledir. Boş lafı bırakıp, doğaüstü tedbirler almamızın da çok gecikmiş olduğunu, artık anlamış olmalıyız. Bu durumda da bize, vefat edenlerin ailelerine başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar dilemekten ve elimizden geldiği kadar da yardım edebilmekten başka ne kalıyor.

 

Yalnız burada Kızılay’a da rahmet okurken, aynı zamanda yardımların yine gerçek adreslerine ulaşamayacağı endişesini taşıyoruz. Ve bütün acılarımıza rağmen tek sevincimiz; cankurtaran fedailerimizin kurtardıkları her canı, aynı sevinci paylaşarak, gözyaşlarıyla ve kendi canlarını da riske atarak hayata döndürmeleri ve milyonlarca vatandaşımızın bütün yokluklarına rağmen depremzedelere yaptıkları bağışlar, milletimizin birliğini ve yüceliğini bir daha ortaya koyması ve özgüvenimizle, gururumuzu ikiye katlamasıydı.

 

Şayet depremlerde yıkılan binaların en az yarısı şartnamelere uygun yapılsaydı ve geriye yıkıntılardan daha fazla insan kurtarılabilseydi; çok daha az kaybımızın olacağı ülkemizde, her türlü ihmal ve sorumsuzluğu peş peşe sıralayan, üstüne de hepsi kaderdir diyen ve böylesi bir yapay kaderi aslında milletlerine kendileri yaratmışken, sözde sorumlu geçinen kendini bilmezlere, daha söylenebilecek neler sırada bekliyorken, burada noktayı koyalım. Ne ki yurdumuza Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen bütün kurtarıcı ekiplerin de şahit oldukları böylesi bir tarihi insanlık suçunu ve depremzedelerle birlikte yaşamak zorunda kaldıkları bu evrensel idari yetersizliği ve liyakat sefaletini, ülkelerine rapor ettiklerini de asla unutmayalım.

 

            Pekiyi bundan sonra ne yapalım: İşte burada yine rahmetli Atatürk’ten medet ummayalım; ama ilk önce de onun gibi düşünerek ve Devletimiz sandığımız liyakatsiz bileşkenin bütün yetersizliğini imajlarımıza tekrar yerleştirirken, her şeylere rağmen ilk önce yine öz güvenliğimizi sağlamak zorunda olduğumuzu unutmayalım. Sonra da Japon denizlerinden Fransa sahillerine kadar bütün Asya, Avrasya, Afrika ve Avrupa birliği bileşkesinde USA’nın dâhil olmayacağı bir ortak ve evrensel bir antlaşmayı birlikte imzalayarak, bu Dünyanın en eski sakinleri olarak ilk önce de kendi ulusal güvencelerimizi oluşturalım ki USA’nın yıktığı bütün taşlar, yine yerli yerine oturabilsin. Ayrıca böylesi yapay afetlerden siyasi menfaatler sağlayan ve rant oluşturanlara, bir gün tarihin en büyük mahkemelerinde hesap sorulacağına da adım gibi inanıyorum…

Serendip Altındal

 

Özün Kişiliğindir...

Özün Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)

serendipaltindal02.blogspot.com

serendipaltindal94@gmail.com