2.
ci Dünya Savaşında Türkiye’nin Ekonomik Tedbirleri: (Varlık Vergisi 1942)
HDP’li
Demirtaş’a da bir hatırlatma yapmak gerekirse; Milli İttifak programının
açıklanmasından sonra, ezkaza AKP ile farazi bir yaşam ittifakı yapmak gibi bir
gafletin içine düşerlerse, kendi seçmenlerinden umdukları reyi asla alamayacakları
gibi, Partilerinin yasama hakkı gibi olmayacak bir fantezinin bütün çabalarına
rağmen yaratacağı hüsranı, geriye kalan azınlıklarıyla birlikte paylaşmak
zorunda kalacaklardır.
Oysa
geleceği garanti edilen bağımsız ve hakça kalkınmış bir Türkiye Cumhuriyetinin
imrenilen vatandaşları olarak, yaşamanın huzuru ve güvencesinden yoksun kalmamak
varken. Kendi düşünceme gelince; başlarken önce de Harbiye-Fatih gibi eski bir
İstanbul argosuyla anlamı da güçlendirerek, HDP partisinin demokratik
haklarının verilmesine, şayet kendi hesaplarına bir özerklik politikası
uygulamayacaklar ve milli birliği tamamen destekleyeceklerse ancak kendi adıma onay
veririm.
Melal,
bu duruma gelmişken, vatandaşımıza da sormamız gerekiyor: Kardeşim,
memleketinde daha önce hiç, bugün Milli İttifakın açıkladığı gibi mufassal ve
Partiler üstü; 6 farklı görüşte muhalif Partinin ortak bir mutabakat protokolüyle
İktidara talip olduğu bir seçimde rey kullandın mı? Veya ülkende bunu yaşamış
birisini tanıyor musun? Hayır diyeceğini bende biliyorum. O halde hangi nedenle
hala öküzün altında buzağı aramağa kalkıyorsun? Oluruna bırak, seçimden sonra
nasıl olsa bütün yıkılan taşların tekrar yerli yerine oturacağını, sende anlayacaksın.
Ayrıca seçilecek Liderin popülist değil; ama önce İDEAL LİDER olmak zorunda
olacağını İnşallah anlamışsınızdır. Hele de 21 senedir bir salt popüliste
tahammül edilmek zorunda kalınmışsa.
Hâkimler
ve savcılar başlığı altında toplanan bütün hukukçulara da bir anımsatma
yaparsak; ülkemizin bugün yere devrilmiş, hukuk sistemi içinden vicdan ve onur
sahibi olup adalet yemini etmiş bütün hukukçuların, yerdeki yığın içinden tekrar
Devlet masasının üstüne eleneceği
şeref ve itibar günlerine, fazla zaman kalmadı. Bu nedenle de hepsinin
şapkalarını
önlerine koyup bir durum tespiti yapmaları, menfaatleri gereği olacaktır.
2
Şubat günü bir basın oturumunda 46 yılında çıkarılan bir ekmek karnesini
gösterip, bugün aynı durumda olmadıklarını kıvançla (!) ifade etti. Bunu
yaparken de yine elma ile havucu birbirine karıştırdı. Yani 2 ci. Dünya ya da
miğfer Harbinin nihayeti ve Dünya’nın karmakarışık olduğu o kader günlerinde İsmet
İnönü, Türkiye’yi bir Dünya harbinin bile dışında tutabilme becerisini gösterip,
harp günlerinde ülkelerinde ekmek bile bulamayan, sokaklarda ölmüş hayvanların
dahi etlerini keserek yemek zorunda kalan kürklü kadınların bile durumuna
milletini düşürmemek için, geçici bir süre, ekmek karnesi gibi hayati bir
önlemle, o yokluk günlerinde milletinin birbirini yemesinin de önüne geçmiştir.
Ayrıca tedbir amaçlı sadece ekmek karnesi verilmemiştir, başlık resmindeki gibi
ekonomik gerçekleri de vardı ülkenin. Herhalde bunlar unutulmuş ya da
seçilmemiştir. İnanmayanlar, İnternette o günlerin resimli belgelerini de
sunular halinde, fazlasıyla bulabilirler.
3
Şubat günü Bakan Nebati’nin açıklamasına göre enflasyonun belinin kırılmış
olduğunu okuyunca, Türkiye’den bahsetmiyor herhalde yine sapla samanı
karıştırdı düşüncesi, bizi hararetle kutlayarak elimizi öptü. 4 Şubat günü elma
şekeri elinden alınmış bir çocuk hırsıyla, buna yapanlara çakıp bellerini
doğrultulamamalarını isteyen Erdoğan, aynanın karşısına bir kum torbası koyup
şayet torbayı dövmeye başlarsa belki avunur diye düşünüyor insan. Belki de bu
sayede millet ittifakının beli kırılmaktan kurtulur, kim bilir?
Yalnız
açlık sınırındaki milletin bir de beli kırılırsa, kendilerini artık kim
taşıyabilir ki(!) Hâlbuki böyle bir durumda, artık atıp tutmayı bırakan akıllı
bir siyasinin ilk yapacağı iş, bir önceki yazımda öngördüğüm Z kuşağıyla ilgili
önerilere, büyük bir içtenlikle ve olgun bir kararlılıkla değinen ve beklenen
Lider olma özelliklerini de bünyesinde taşıyan Sayın Kılıçdaroğlu’nun, gençliğe
hitabesini dinleyen gençlere duygudaşlık oluşturarak, kendi çağlar dışında kalmış
siyasetiyle başına neler gelebileceğini, daha iyi anlaması da gerekirdi.
6
Şubat günü ise; ekonomik tedbirlerden bahsediyorken birdenbire, aslında hanidir
işaret veren riskli faylar bölgesinin üstünde ortaya çıkan veya çıkartılan anafor
depremi veya birbirini ustaca tetikleyen depremler silsilesi, ülkelerin
yukarıdan bomba atılmadan, artık altından da işgal edilebileceğinin asla bir
tesadüf olmadığını ve olmayacağını bize bir kere daha gösterdi. Ayrıca olan
biteni anlamak için bilgiç komplo dili safsatalarına başvurmaya da hiç gerek
yoktur. Çünkü bir akıl, bilim ve iletişim dili olan güzel Türkçemizle, düşüncelerimizi
herkesin derhal anlayacağı gibi ifade edebilme imkânına nasıl olsa sahibiz.
Ve
biliyoruz ki doğa, asla evrensel kuralların dışında ve bilim dışı bir oluşum
yaratmaz, şayet tam da istenen bir bölgede ve zamanında beklenen bir oluşum meydana
gelmişse, bu ancak insan eliyle yapılmış demektir. İşte bu Depremin, aynı
güçte; ama farklı cihetlere yöneltilen depremlere dönüşme emsalsizliği de aynı
nedendendir. Mesela riskli bölgelerin (fay bileşkeleri gibi) derinlerine daha
önceden gömülen çok güçlü; ama parmak izi bırakmamak için nükleer olmayan,
dijital alıcı patlayıcılar, çok uzaklardan, uydulardan bile tetiklenerek
zincirleme depremlere de neden olabilir. Depremin şiddetine bakınca, ülkemizin
de birileri için ne kadar vazgeçilemez olduğu anlaşılmıyor mu(?)
Uydularda
çok daha önceden beri mevcut olan Dünya yeraltı fay haritalarında, tespit
edilen fay kesişme noktalarının derinliklerine yerleştirilen güçlü
patlayıcıların uydudan tetiklenmesiyle, çok daha ekonomik ve de daha etkili olarak
bu işin yapılması, hem çok kolay hem de fark edilemez olacaktır. Yoksa bu büyük
hasarın, uzaktan şua yayınları ve ses bombalarıyla vs. yapılacağına inanmak
mantık dışıdır. Yani anlayacağınız bizde olduğu gibi olağanüstü bir kıyam
oluşturabilmek için, hem de Türkiye gibi bir deprem ülkesinde, doğaüstü
keşifler ve astronomik masraflar yapmağa da hiç gerek yoktur. Zira eldeki araç
ve gereçlerle bu işler çok daha çabuk, ekonomik, sessiz ve gizlice yapılabilir.
Ve ayrıca üst üste tetiklenen büyük patlamalarla ortaya çıkan enerjinin,
misliyle çarpılacağı da hiç yadsınmamalıdır.
Esasen
benim de Marmara depreminde sallanırken, Marmara da birden yükselen ışığı kendi
gözlerimle görmüş olmam, arkasından Gölcük Depreminde de görülen aynı ışık,
şimdi de 10 İlimizi içine alan zincirleme depremlerde de aynı durumun yaşanması,
aslında bu durumu tamamıyla teyit ediyor. Çünkü çıkabilecek metan gazı gibi
yanıcı gazları bile patlatabilmek için alev gerekir. Oysa deprem bölgesi, Dünya
çekirdeğinin mağma eriğinden erişilemez uzaklıktaydı.
Ne
var ki birileri bizi fena halde kafaya alıyor. Aynı bağlamda herkes bir daha
anladı ki kayıplarımızın nedeni deprem değil, kural dışı yapılmış binalardı.
Çünkü bu durumu teyit eden, komşuları yerle bir olmuşken diğerleri dimdik,
sanki deprem geçirmemiş gibi ayakta kalan binalardı. İnsanlarımız ve milli
servetimiz helak olurken, biz hala uyumaya devam ediyoruz. Çünkü biz, başımıza
gelebilecekleri başımıza gelmeden önce, ne yazık ki anlayamıyoruz.
Gölcük
depreminden bile daha şaibeli olan bu son deprem anaforu ise bağımsız, ama salt
bilimsel araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. Zira patlamada oluşan elektronların
bile hangi yöne gideceği, çok yakında bir gün kuantum laboratuvarlarında bilimsel
olarak hesaplanabilecektir. Şaibeli Gölcük depremini de anımsayarak ve hemen yine
‘komplo teorisidir’ demeden önce, şapkalarımızı önümüze koyup biz yine de bir
düşünelim derim.
Düşünürken
de tek bir uzmanın değil; ama diğer uzmanların beyin fırtınalarının sonuçlarını
da araştıralım. Çünkü tam da seçim döneminde, seçimleri de etkileyecek 10 ilde,
3 aylık bir OHAL kararı sizce, acaba hangi nedenle alınmış olabilir. Yoksa o
bölgelerde yeniden şapkadan tavşan çıkartma sahneleri mi kurulacaktır. Veya
seçimler ileri bir tarihe mi alınmak istenmektedir.
Çünkü
aynı günlerde ülkemize gelip bayrağını gözümüze sokarak, Dolmabahçe Sarayına
karşı da topunu diken sahte dost USA gemisi, olacakları bize ve Asyalı dostlarımıza
pekâlâ önceden göstermiş ve diğer depremlerin olabileceğinin işaretini de
vermiş, hatta ülkemizdeki sahte uzman yandaşlarını da harekete geçirmiş olabilir.
İyi de bu dahi kendi şahıslarını ne kadar güven altında tutabilecektir. Bu da
ayrı bir meseledir. Boş lafı bırakıp, doğaüstü tedbirler almamızın da çok
gecikmiş olduğunu, artık anlamış olmalıyız. Bu durumda da bize, vefat edenlerin
ailelerine başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar dilemekten ve elimizden
geldiği kadar da yardım edebilmekten başka ne kalıyor.
Yalnız
burada Kızılay’a da rahmet okurken, aynı zamanda yardımların yine gerçek
adreslerine ulaşamayacağı endişesini taşıyoruz. Ve bütün acılarımıza rağmen tek
sevincimiz; cankurtaran fedailerimizin kurtardıkları her canı, aynı sevinci
paylaşarak, gözyaşlarıyla ve kendi canlarını da riske atarak hayata
döndürmeleri ve milyonlarca vatandaşımızın bütün yokluklarına rağmen depremzedelere
yaptıkları bağışlar, milletimizin birliğini ve yüceliğini bir daha ortaya koyması
ve özgüvenimizle, gururumuzu ikiye katlamasıydı.
Şayet
depremlerde yıkılan binaların en az yarısı şartnamelere uygun yapılsaydı ve
geriye yıkıntılardan daha fazla insan kurtarılabilseydi; çok daha az kaybımızın
olacağı ülkemizde, her türlü ihmal ve sorumsuzluğu peş peşe sıralayan, üstüne
de hepsi kaderdir diyen ve böylesi bir yapay kaderi aslında milletlerine kendileri
yaratmışken, sözde sorumlu geçinen kendini bilmezlere, daha söylenebilecek
neler sırada bekliyorken, burada noktayı koyalım. Ne ki yurdumuza Dünyanın
çeşitli ülkelerinden gelen bütün kurtarıcı ekiplerin de şahit oldukları böylesi
bir tarihi insanlık suçunu ve depremzedelerle birlikte yaşamak zorunda
kaldıkları bu evrensel idari yetersizliği ve liyakat sefaletini, ülkelerine
rapor ettiklerini de asla unutmayalım.
Pekiyi bundan sonra ne yapalım: İşte
burada yine rahmetli Atatürk’ten medet ummayalım; ama ilk önce de onun gibi
düşünerek ve Devletimiz sandığımız liyakatsiz bileşkenin bütün yetersizliğini
imajlarımıza tekrar yerleştirirken, her şeylere rağmen ilk önce yine öz
güvenliğimizi sağlamak zorunda olduğumuzu unutmayalım. Sonra da Japon denizlerinden
Fransa sahillerine kadar bütün Asya, Avrasya, Afrika ve Avrupa birliği bileşkesinde
USA’nın dâhil olmayacağı bir ortak ve evrensel bir antlaşmayı birlikte imzalayarak,
bu Dünyanın en eski sakinleri olarak ilk önce de kendi ulusal güvencelerimizi oluşturalım
ki USA’nın yıktığı bütün taşlar, yine yerli yerine oturabilsin. Ayrıca böylesi
yapay afetlerden siyasi menfaatler sağlayan ve rant oluşturanlara, bir gün
tarihin en büyük mahkemelerinde hesap sorulacağına da adım gibi inanıyorum…
Serendip Altındal
Özün
Kişiliğinin Aynasıdır (Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com